|
Osmanlının Güneydoğusu

Dışarıda kar var. Sinemaya gittiniz. Mısırınızı alıp kuruldunuz koltuğa. Keyfiniz yerinde. Uzayıp giden reklamlar bile umurunuzda değil. Nihayet film başlıyor. Jenerik... Ve telefonunuz çaldı. Acil çıkmak zorundasınız. Şimdi tam da sırasıydı deyip söyleniyorsunuz, montunuzu giyerken. İçinizdeki Fransız'la tanışacak kadar çok pardon dediniz ayaklarına basmamak için müsaade istediğiniz insanlara. Kapıdan çıktınız ve bir kamerayla karşılaştınız, uzattılar mikrofonu ve sordular: Film nasıldı, beğendiniz mi?



Ne cevap verirsiniz?



Bir konferans var. O bütün kitaplarını okuduğunuz yazar nihayet şehrinize gelmiş. Ön sıralarda oturabilmek için erkenden düşmüşsünüz yollara. Koltuğunuzun altında imzalatmak istediğiniz kitaplar, içinizde heyecan, dışarıda kar var. Trafik İstanbul kırmızısı. Yarım saatlik yolu üç saatte gidememişsiniz. Salonun önüne geldiğinizde konferanstan çıkan insanları görüp eyvah diyorsunuz. Hiç olmazsa bir imza ve bir merhaba için koşuyor, yazarın hâlâ orada olduğunu görüp eyvallah diyorsunuz. Aylar sonra bir dost sohbetinde size o konferansı soruyorlar: Neler anlattı?



Ne anlatabilirsiniz?



İnsanlar filan zamanda falan yerde bir savaş yaşamış. Asırlar sonra bir adam o savaşın kitabını yazmış. Birisi hikayeyi beğenip filmini çekmiş. Bir arkadaşınız o filmi seyredip bir başka arkadaşınıza anlatmış. O arkadaşınız da size o savaşı aklında kaldığı kadar aktarmış. Siz de o savaştaki ismini bile yanlış hatırladığınız bir kahramanı çok beğenmiş, sağda solda lafını eder olmuşsunuz. Bir yayıncı bundan haberdar olup sizi bulmuş ve o kahramanın biyografisini yazmanızı istiyor. Üstelik dışarıda kar da yok.



Ne yaparsınız?



İnsaftan, iz'andan, akıldan idrâkten, hadden huduttan bir parça nasibi olan her insanın cevabı böylesi bir durumda şöyle olurdu sanırım.



Muhabire tebessümle: Jenerik on numaraydı kardeşim.



Dostlara teessürle: Fakat adamın imzası pek güzelmiş.



Yayıncıya tehevvürle: Dalga geçecek bir başkasını bul!



Laf aramızda kalacaksa ve işin içine kendinizi de katacak kadar cesaretiniz varsa size bir sır vereyim: Biz tam tersini yapıyoruz. İzlemediğimiz filme dair konferans veriyoruz. Dinlemediğimiz konferansın filmini çekiyoruz. Adını bilmediğimiz savaşın kitabını yazıyoruz. Üstelik mevzu seyredemediğimiz bir film, yetişemediğimiz bir konferans, okumadığımız bir kitap değil. Gerçeğin ta kendisi. An be an, yanı başımızda, hem de bir buçuk asırdır yaşanmaya devam eden bir gerçek: Ortadoğu.



Osmanlının Güneydoğusunun (İngiltere'nin Ortadoğusu değil) imâmesi hizasından koparılmış bir tespihin yere saçılan taneleri gibi elimizden kayıp gidiş serencamını kaçımız hakkıyla biliyoruz? İki mazlum ve mahzun padişahı kaçımız bu imâmenin hizasından seyrettik? Tespihi toplama gayretinde Yavuz Sultan Selim Han, dağıtmama derdinde Ulu Hâkan Abdulhamid Han. Evet ikisi de mazlum, ikisi de mahzun. Birincisi yaptıklarının kadri bilinmeyip yapacakları anlaşılamadığı için mahzun, ikincisi yaptıkları anlaşılamayıp yapacaklarının kadri bilenemediği için mazlum.



Yavuz başıboş tesbih tanelerinin 'batıya giden yol doğudan geçer' diyerek toplayıcısı ve halife sıfatıyla cümlesinin ilk imâmesi. Ulu Hâkan, batıdan gelen hücum ancak Halifelik müessesesinin hakkı verilerek savuşturulur ve tesbih ancak böylelikle parçalanmaz şuuruyla imâmenin son muhkem eyleyicisi.



Jenerik Yavuz'la başlar bu coğrafyada, konferansın orta yeri Ulu Hâkan'a denk düşer, kitabın adı mutlaka ve sadece İslam ümmetinin parçalanmışlığıdır.



Haydi diyelim ki telefon çaldı çıktık, kar yağdı yetişemedik, vaktimiz yoktu okuyamadık kitabını yazacak kadar. Ama hiç olmazsa on beş sene öncesini hatırlayacak kadar hafızamız olsun yâhu. Suriye meselesini izah sadedinde Yavuz'u zikreden yorumcuya rast gelemiyoruz, hiç olmazsa ABD'nin Irak'a girişinden başlayarak mevzuyu ele alan birileri olsun. Ama yok, o da yok!



Hız çağının hızlı tüketen, hızla tükenen çocuklarıyız. İdrak ve muhakememiz de bu hızdan nasibini aldı, hasarlı. Bu gün yaşanan olayı yorumlarken üç gün öncesine zor gidebiliyoruz. İki olay arasındaki bağı henüz kurabiliyor olsak da, olaylar zinciri üç, beş, on oldu mu, tıkanıp kalıyoruz. Meseleler zamana yayıldı mı bir de, birbirini doğuran şeylere dahi tek başına hâdise muamelesi yapıp, aralarında irtibat kurmaya güç yetiremiyoruz. Günü yorumlarken dünü hatırlayamayınca da yarına hazırlık yapmak aklımıza dahi gelmiyor. Sonra yandı günüm keten helva. Halbuki, akıl o ki başa geleceği bile, göz o ki dağın ardını göre!



Sayın ki bu cümlelerin yazarı bir muhabirdir, ve sinema çıkışı mikrofonu uzatıp size soruyor: Arap coğrafyasındaki ülkelerin birbiriyle kavgalı küçük sözüm ona devletçiklere bölünmesi en çok kimin işine yarar? Oded Yinon deyince aklınıza ne geliyor? Yoksa siz de Büyük İsrail projeli yorum sahiplerine komplo teorisyeni muamelesi yapanlardan mısınız?



Sayın ki bu köşenin yazarı o sohbette sizinle çayını yudumlayan dostlarınızdan birisidir ve yetişemediğiniz konferansa dair onun merak ettikleri şunlardır: Suriye meselesi konuşulurken İngiltere'den sonra adı hiç geçmeyen ikinci devletin İsrail olması sizce de biraz garip değil mi? Biz bu gün yaşanmış bir olayı on beş sene önceye giderek yorumlayamazken, on beş sene önceki olayı otuz sene evvelden planlayan adamlar bu işi nasıl başarıyorlar? Türkiye hayallerinde başarısız olabilmeleri için bize düşen vazife nedir?



Sayın ki bu kardeşiniz, siz başkasından dinlediği filmi ballandırarak size anlatan arkadaşınızı dinlerken çıkıp yanınıza gelen bir başka arkadaşınızdır ve merak ediyor: Arz-ı mev'ûd ne demek sahi? Türkiye'nin nereleri bu haritanın içinde yer alır? Birileri şayet küçük, parçalanmış ve birbiri ile kavgalı devletçikler eliyle vaad edilmiş topraklara kavuşma hayali kuruyorsa, Türkiye'de özellikle son beş senede yaşananlar bu hayalin neresine denk düşer?



Sizi bilmem ama bu soruların doğru cevaplarını verebilmek Türkiye'nin istikbali, ümmetin yüzünün gülmesi demekse eğer, ben o telefonu ya hiç açmam yahut kapatır filme geri dönerim, o yazarın konferansını kaçırmamak için bir gece evvelden o salonun önünde yatarım ve o yayıncı aradığında tamam diyebilmek için o savaşa dair binlerce kitap okurum.



Kar mı?



Yağsa da hoş, yağmasa da...


#Osmanlı
#Suriye meselesi
#Oded Yinon
#Ortadoğu
7 yıl önce
Osmanlının Güneydoğusu
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?