|
Son vesayet

Bizde devletin kendisine yabancılaşması Tanzimat'la başlar. Ötekine bürünmesi ise Cumhuriyet'in ilk yıllarına denk düşer. Kendimizken ötekine renk verici olma makamındaki biz, öteki olma gayretimizle birlikte kendi öz renklerimizi inkâr bataklığına düşmüşüzdür.



İlkinde devletin kendisine yabancılaşma sürecinden millet, nispeten ve bu durumun tabii bir sonucu olarak pay alırken, ikincisinde devletin başkalaşmasından milletin payına düşen; devlet zoruyla kendisine yabancılaşmaktır. İstiklâl Mahkemeleri'nden, Türk müziğinin yasaklanmasına, Şapka Devrimi'nden ezanın Türkçe okutulmasına, hilafetin ilgasından Harf İnkılabı'na kadar bu konuda pek çok misal verilebilir.



Her ikisinde de şartların mecbur edişi, oralara nasıl geldiğimiz, niyet ve neticelerin iyi mi kötü mü olduğu, uygulamaların niçin ve nasılı meseleye farklı yaklaşanlarca tartışılabilir ancak benim mevzum o değil. Bu yazıda geçmişteki sebepler manzumesinden yola çıkarak neticenin tespitini yapmak yerine, yaşanan durumun fotoğrafından yola çıkarak geleceği anlamlı kılacak bir sebebe gelmek istiyorum.



Şöyle ki, şapka kanununu misal verecek olursak; gerekliydi-değildi, öyle olmalıydı-böyle olmasındı, filan haklıydı-falan haksızdı tartışmasının ötesinde yaşanana baktığımızda karşımıza çıkan fotoğraf şudur:

Bin yıldır bizim olandan vazgeçtik; olmayanı aldık.

İşin özeti budur.



Bizim oluş süreleri değişmekle birlikte aslında her konuda takasımız aynıdır: Harfimizden vazgeçtik başkasının harflerini aldık, müesseselerimizden vazgeçtik müesseselerini aldık, yasalarımızdan vazgeçtik yasalarını aldık, kıymetlimizden vazgeçtik değerlilerini aldık. Listeyi böylece uzatabilirsiniz...



Vazgeçtik ve aldık derken çoğul ifade kullanmamın sebebi devlet ve milleti bir arada ifade etmek isteyişimden dolayıdır. Bir farkla ki;

devlet bu meselelerde vazgeçendir, millet vazgeçirilen; devlet alandır, millet aldırılan.

Devlet mekanizması iktidar edenler eliyle kolaylıkla dönüştürülebilmiş ancak milletin bu dönüşüme ortak edilmesi icbar yoluyla olmuştur. Çünkü

vazgeçmek ve almak kolaydır; vazgeçirmek ve yerine bir başka şeyi aldırmak zor.

Belki de bütün sahici devrimlerin aşağıdan yukarı bir seyir işlemesi, yukarıdan aşağı gerçekleşen devrimlerin millet nezdinde ilkin karşılık görmüş gibi gözükse de uzun vadede etkisini kaybedip yapaylaşarak silinip gitmesi bundan olsa gerektir.



Devlet bin yıldır kendisinin olanlardan vazgeçip yerine başka bir şeyleri alabilir, milleti de zor kullanarak bu vazgeçip alma eylemine başlangıçta zor yoluyla ortak edebilir, fakat bu eylemi uzun zamana yaymak ve geri dönüşü imkânsız kılmak için millet üzerinde sürekli baskı ve icbar uygulama şansı yoktur. Çünkü oluşacak ve bu kez aşağıdan yukarı hakiki bir inkılap olarak karşısına çıkabilecek tepkiyi önlemenin yolu, bu dönüşümü zoraki kabul edenlere de iktidar, hiç olmazsa nisbî temsil ihtimali bırakmaktan geçer.



Bizde bütün bu işler gerçekleşirken ne olur ne olmaz diye -kendilerince tamamen haklı bir şekilde- tedbir olarak devlet eliyle birtakım vesayetler ihdas edilmiştir. Yargı, bürokrasi, askeriye, sermaye, elitler, medya ve hepsinin üstünde bu sütunların taşıdığı, daha doğru anlatımla ise bu sütunları sarıp sarmalayarak taşıyan bir kubbe şeklinde

Cumhurbaşkanlığı makamı.


Bütün bu vesayetlerin ne işe yarayacağını anlamamız ve ilk olarak tecrübe etmemiz için 1960 yılına kadar beklememiz gerekecektir. Millet bulduğu ilk fırsatla beraber üstündeki deli gömleğini çıkarıp atma yoluna gitmiş 1950 yılında Demokrat Parti'yi yüzde 52.7 oy ve 420 milletvekili ile iktidara getirmiştir. Milletine benzeyen bir adamın devleti yönetmesinin önüne geçemeyenler, hiç olmazsa devletin bu adam eliyle nispeten dahi olsa millete benzetilmesine mani olmak istemiştir. Plan bellidir: Elitler ve sermaye, medya marifetiyle ön hazırlığı yapacak, asker açılan kapıdan içeri girecek, yargının kendisine düşen vazifeyi ifası ile

Türk milleti, devletine benzemeyen millet olmanın bedelini merhum Menderes'in şahsında İstiklal Mahkemeleri'nden zaten aşina olduğu darağacına çekilerek ödeyecektir

.



İdam edilişimizin üstünden yarım asrı aşkın zaman geçtikten sonra önümüzdeki pazar günü yapılacak referandumda aslına bakarsanız oylayacağımız mevzu budur: Devletin

bütün vesayetlerinden arınmış olarak

millete benzeyenlerce yönetilmesine evet mi diyeceğiz hayır mı?



Evet dediğimiz takdirde devleti yönetenlerin, başlarının üstünde Demokles'e rahmet okutacak bir kılıç gibi duran Cumhurbaşkanlığı vesayetinden de arınmış olarak milletine benzeyebilmesinin yolunu açacak, hatta millete benzemesini şart koşacak ve hatta millete benzemeyenin tam manasıyla iktidar olabilme şansını tamamen elinden almış olacağız.



Devlet eliyle, türlü vesayetler kullanılarak dönüştürülmeye, kendisinden vazgeçmeye, bir başkasına benzemeye mecbur edilen millet, nihayet devletini bütün vesayet kurumları ile birlikte kendisine benzemeye davet etmenin eşiğinde durmaktadır.

Bu saatten sonra bu ülkede iktidar olmak isteyenin millete ve mukaddeslerine muhalif olmak gibi bir lüksü, milletin rağmına iş yapmak gibi bir imkânı yoktur.

Halk Partisi de iktidar olmak istiyorsa, bundan böyle, bulduğu -aldığı demek daha doğru olur- tek iktidar şansında kendisine benzetmek için otuz yıl cevrettiği halka benzemek mecburiyetindedir. Acı bir cilve ama böyle, yapacak bir şey yok.



Peki Halk Partisi buna rağmen bunca yetki ile ülkede iktidar olursa ne olur? Kusura bakmayın ama eğer bu milletin yüzde elli biri buna tamam diyecekse biz müstahakız demektir, olsun.



Yeryüzüne yeni bir nefes üfleyecek çapta medeniyet kurucu bir ülke olmanın olmazsa olmaz iki özelliği var:

Mutabakat ve tutarlılık.

İlk savruluşuyla tutarlılığını, ikinci devrilişiyle mutabakatını yitiren Türkiye, savruluşundan iki asra yakın zaman geçtiği bu demde iki hususiyetine birden kavuşmanın arifesinde durmaktadır.



Doğru

referanslarıyla, bütün kurumları ile kendi içinde tutarlı bir devlet, kâhir ekseriyetiyle aynı mutabakat zemininde birleşen bir millet,

özlenen Türkiye

budur. Milletini kendisine benzetmek için icbara tenezzül vesayete tedebbür etmeyecek bir devlet, devletinin kendisine benzediğinden emin oluşuyla tedirginliğe mahal ürkekliğe imkân vermeyecek bir millet,

aranan Türkiye

budur. İslam medeniyetinin Osmanlı yorumuna varis oluşunu her hal ve hamlesinde şuurlaştıran bir devlet, bu şuurdan kendisine düşen sorumluluk payı ile omuzlarına yüklenen emanetin her bir ferdiyle farkında bir millet,

beklenen Türkiye

budur.



Özlediğimiz, aradığımız, beklediğimiz Türkiye için 'Evet' diyeceğiz.



Bin yıllık kutlu yürüyüşün yollarında Hayır'ımızla diken değil, hayrımıza toz olmak için 'Evet' diyeceğiz.

#Tanzimat
#Cumhuriyet
#16 Nisan 2017
7 yıl önce
Son vesayet
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak