|
Bâzı târihsel terslikler
Analitik düşünce
başlangıçta bâzı kolaylık ve rahatlıklar sağlamakla berâber, günün sonunda ortaya çok ciddî sorunlar çıkarabilmektedir.
Akıl
ve düz
mantık
üzerinden işleyen düşünce dünyâmız ile
pratik hayât
arasında bir uyumsuzluk var.
Akıl ve mantık herşeyi bir düzenlilik olarak görmek üzerine şekilleniyor. Lâkin hayât çok defâ ne akla ne de mantığa sığıyor. İhtimamla kendisini kuşatan şeylerden ayrıştırdığımız ve özgün zihnî kutulara yerleştirdiğimiz her şeyi, hayâtta, kutusundan çıkmış ve bambaşka yerlere savrulmuş buluyoruz. Düşünmeye analitik düşünceyle başlamak, farklılıkları kavramanın yerinde bir düşünce olduğunu kabûl ediyorum. Ama işi fazla uzatmadan,
çatışan, çelişen unsurların
nasıl bir etkileşimin ürünü olduğunu, aralarında ne tarz ilişkilerin hüküm sürdüğünü, nerelerde örtüştüklerini, belki de
aynılaştıklarını
, aralarındaki
geçişleri
düşündüren
diyalektik düşünceye
sıçramak gerekiyor. Farkılıkları çok ciddiye alarak düşünmek kaçınılmaz bir yüzeyselleşme doğurur. Hâlbuki yüzeyde, görünüşte farklılaşmış unsurlar, daha derinlerde güçlü bir paydaşlık, hattâ aynılık taşıyabilir. Sosyolog Gaston Bachelard’ın o çok sevdiğim, güçlü ifâdesini burada tekrar etmeliyim: “Ancak gizlenmiş olanın bilimi yapılabilir”.
Rusya ile Ukrayna’nın savaşı, Rusya ile Ukrayna’nın savaşı olmanın çok dışındadır.
Bu savaş, aslında, kolayca savaşa dönüşebilecek çok sayıda çok sayıdaki potansiyel başka gerilimin yüzeye vurmuş hâlidir. En kolayından gidecek olursak bu savaş,
Atlantik merkezli Batı
(ABD, Kanada ve Britanya) ile
Avrasya’nın
(Rusya) arasındaki gerilimin yansımasıdır. Rusya -Ukrayna savaşı, daha derinlerde
Kıt’a temelli
Batı
(Kıt’a Avrupası) ile
deniz temelli Batı
(ABD, Britanya) arasındaki gerilimin açığa çıkmasıdır. Bunu, (deniz)
Atlantik temelli Batı
(ABD, Britanya) ile Çekirdek AB (Almanya ve Fransa) arasındaki bir gerilim hattı üzerinden de değerlendirebiliriz. Başka bir açıdan bakıldığında bu savaş,
Çekirdek Avrupa
(Almanya ve Fransa) ile
Orta ve Doğu Avrupa
(Baltık Cumhuriyetleri, Macaristan, Polonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan) arasında gerilimleri ortaya çıkarıyor. Rusya-Ukrayna savaşı,
Atlantik merkezli Batı
(ABD, Britanya) ve ona AUKUS üzerinden eklemlenen
İndopasifik merkezli Batı
(Avustralya) ile
Pasifik merkezli Doğu
(Çin) gerilim hattının izdüşümündedir. Bu savaş,
Japonya-Rusya, Japonya-Çin, Güney Kore-Kuzey Kore, Çin -Tayvan
gerilim hatlarını da tetikliyor. (Mesâfeler çok uzak demeyin; Çin Komünist Parti liderinin Rusya’yı ziyâret ettiği günlerde Japonya liderinin Kiev’de görülmesi tesâdüf değildi). Hâsılı, insanlık olarak
çok mayınlı bir târihsel galerinin içinden
geçiyoruz. (Şimdiye kadar tarafsızlık siyâseti güden Türkiye bu süreçlerin
Karadeniz ve Kafkasya’ya yansıyan tarafında
duruyor. Bu senenin ikinci ve üçüncü çeyreklerinde, muhtemelen bu tarafsızlığını devâm ettirmek Türkiye için bir hayli zor olacak)..

III.Umûmî Harp çok uzağımızda değil. Bu gidişâtı durdurabilecek yegâne çıkış Avrupa’dan gelebilirdi. Ama olmadı. Bir zamanlar tartışılmaz olarak AB’nin patronu olan Almanya artık, Polonya başta olmak üzere, ABD’nin mutlak kontrolü altına girmiş olan Orta ve Doğu Avrupa devletlerinin umurunda değil. Hatta bu devletlerin ve ulusların pek çoğunda bir nefret odağı haline gelmiş durumda. Almanya, Scholz gibi basiretsiz siyâsetçileriyle iyice sinmiş ve ABD’nin isteklerine boyun eğmiş görünüyor. AB’nin iki kurucu ortağından birisi olan ve ikinci büyük güç olan Fransa ise, hızla güçten düşüyor ve komşusu İtalya’nın hışmına uğruyor. Macron, Meloni’nin şamar oğlanına dönmüş durumda.(Şu AB’nin hâline bakar mısınız?).

Biden dünyâyı
ideolojik/politik
olarak ikiye biçti ve herkesi pozisyonunu netleştirmeye zorladı. Dünyâyı ideolojik/politik olarak ikiye ayırmak çok zor değildir. Ama buradan en kestirme şekilde bir savaşın çıkmasını beklememek gerekir. Bunun sebebi dünyânın ekonomik yapısının
siyâsal ve ideolojik ayrımlara inat karşılıklı bağımlılıkları
içermesidir. Târih yapılardan oluşuyor. Bu yapılar arasında ideolojik, siyâsal ve hukûkî yapıların hayli zayıf olduğunu düşünüyorum. Bu yapılar arasında en dirençli olanın
ekonomik yapılar
olduğunu vurgulamalıyım. Evet, sistemik krizler bu en sert yapıda başlıyor, ama ekonomik çöküş bunun zorunlu ve birinci dereceden neticesi değil. Her
ekonomik kriz, kendisi dışındaki daha kırılgan yapıları vuruyor.
Yâni yerküredeki sismik hareketlerin tersine bir işleyiş var târihte. Zelzele, en büyük tahribatı merkez üssünde gerçekleştiriyor. Ama
ekonomik fay hatlarının hareketlendiği târihsel-beşerî zelzelelerde, en ağır tahribatlar ilk olarak ekonomi dışındaki sâhalarda ortaya çıkıyor.
İdeolojiler çöküyor, dinsel yapılar yüzeyselleşiyor ve işlevlerinden sapıyor, siyâsal yapılar ve sınıflar yozlaşıyor, hukuksal yapılar güven kaybımna uğruyor, ilh… Mesâfeler açısından da tablo tuhaf.
Ekonomik kriz, başladığı yeri vurmuyor; tam aksine, işbölümü içinde yarı çeper ve uzak çeperleri etkiliyor.
Hegemonik güç ABD’nin 1970 ve 1980’lerde başlattığı, sebep olduğu ekonomik kriz, ilk olarak Sovyetler Birliği ve onun vassal devletlerini çökertti. Latin Amerikaları, Asya’yı perişan etti. Ama bunlar ârızî sayıldı. Finansal şişmelerle gemiler yüzdürüldü. Nitekim dünyâ 1990-2008 arası ekonomik olarak yakın zamanların en güzel günlerini yaşadı. Arada, meselâ türev piyasalarında ve teknoloji piyasalarında yaşanan krizler arızî sayıldı ve finansal genişlemelerle savuşturuldu. Hatta, 2008 konut piyasasında yaşanan krizi de aştık ve 2009-2019 arasında durumlar yine düzelmiş göründü. 1990’larda Sovyetleri
vuran kriz, şimdilerde başladığı yere, merkeze, yâni ABD, AB ve Japonya’ya ulaştı.
İşte tehlikeli olan da bu. Ekonomik krizler merkezleri vurmaya başladığında anlaşılıyor krizlerin ârızî değil sistemik olduğu. O zaman da iş işten geçmiş oluyor…
#Ekonomi
#Kriz
#ABD
#Avrupa Birliği
#Asya
#Rusya
1 год назад
Bâzı târihsel terslikler
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?