|
Tutunmak ve sindirmek sarmalı

Çağımız görüntülerin imparatorluğuna dayanıyor. Fotograf bu imparatorluğun başat aracı konumunda. Hayâtımız, en amatöründen en profesyoneline, sayısız fotograf tarafından kolonize edilmiş durumda. Bu ise, bir bakıma kültürün, daha “açık” bir kültür kıvamına gelmesidir. Artık çok daha az şeyin saklanabildiği, herşeyin ortaya döküldüğü bir uygarlık evresi olarak çağımızı selâmlayabiliriz.



Gelin görün ki, bu değerlendirme çok düz bir bakışın okumasıdır. Daha dikkâtli bakıldığında sorunun bu görüntülerden çok, görüntülerin “derlenmesi”, seçici bir yakınlık üzerinden “ayıklanması” ve “servis edilmesiyle” alâkalı olduğu anlaşılabilir.



Tiananmen Meydanındaki “özgürlük” ayaklanmasında bir tankın önünde durarak direnen bir göstericinin fotografı küresel medya tarafından seçildi; bütün dünyâya servis edildi. Bu fotograf âdeta bütün insanlığın zihnine kazındı. Dünyâ kamuoyu bu fotograf aracılığı ile Çin'deki “özgürlük” savaşına ve onun kahramanlarına dâir büyük ve yaygın bir sempati beslemeye başladı. Pekâlâ; diyecek bir şey yok. Şimdi gelelim 15 Temmuz kalkışması sırasında yaşananlara. O gece sokağa dökülen yüzbinlerce insan, tankların önünde durmakla kalmadı; altına yattı. İnsancıkların bedenleri tankların paletleri tarafından paramparça edildi. O gece kameraların saptadığı, Tiananmen Meydanındaki görüntüye taş çıkartan öyle görüntüler var ki… İnsan bakamıyor; ez kazâ bakacak olursa midesi ağzına geliyor, aklını kaybedecek gibi oluyor; uykusu kaçıyor…..



İyi de; bu görüntüler nedense dünyâ kamuoyuna ulaşmıyor. O gece, memleketini, irâdesini, demokrasi ve özgürlüğünü savunmak için bir lâhza tereddüt etmeden hayâtını ortaya süren kahramanlara dâir dünyâ kamuoyundan “tıs” çıkmıyor. Daha beteri; öznelerin yer değiştirdiği çarpık bir algılama yaygınlaşıyor. Sanki silâhsız insanlara ölüm kusan helikopter ve uçaklar “özgürlük” kuşları; direnenler ise bir “Üçüncü Dünyâ diktatörüne” fedâilik eden gözü dönmüş militanlar… Maalesef algı bu… Nihâyet en beteri, bu bakışın ırkçılığın etkisi ile her geçen gün aklî dengelerini biraz daha kaybeden ortalama kamuoyları tarafından değil, Chomsky gibi sözüm ona “sol” veyâ “sosyalist” entelektüeller tarafından da seslendirilmesi…



Batı, Türkiye'yi gözden mi çıkardı? Kritik soru budur. Belirtiler bu ihtimâli derinden düşündürüyor. Bu durumda izlenecek iki yol mevcût. İlki bu güçlü belirtilere bakıp, duygusal ve radikal bir tepki vermek. Bu tepkiyi destekleyecek ve haklı çıkaracak çok sayıda karinenin mevcût olduğunu söyleyebiliriz. Tabloyu bu tarz okuyan, Batı karşıtı popüler duygulanımları arkasına alarak Türkiye için esaslı bir “shift” öneren çevreler de mevcût.



Türkiye, konumlandığı siyâsal coğrafya açısından çok tuhaf bir çelişkiyi yaşıyor. 19. asrın başlarından bu yana eş anlı olarak iki zıt baskıyı barındırıyor: Bir taraftan “tutunabilmek” için “asrın icaplarını” karşılayacak dönüşümleri başarmak; diğer taraftan bunu içerde “sindirmek” zorunda. Modernleşme târihimizin bütün etaplarını bu çifte baskı üzerinden değerlendirebiliriz. Meselâ Tanzimât düalizmi, Cumhûriyet radikalizmi, “tutunmak” ve “sindirmek” ile âlakâlı bir diyagramda dengelerin farklı koordinatlarını verir. Bâzen tutunmak adına derin krizler yaşamış; bâzen de tutunmak adına atılan adımların doğurduğu ağır sindirim sorunları yaşayagelmişizdir. 1856 Paris Kongresi öncesi veya 1945-1946 aralığında içine girdiğimiz türbülanslar “tutunma krizleri” buna misâl verilebilir. İdeolojik dünyâmız, özellikle de reaktif olanları tutunma tecrübelerinin yolaçtığı sindirim krizlerinin yansımalarıdır.



15 Temmuz felâketi, yeni bir tutunma krizine işâret ediyor. Anlaşılıyor ki elyevm Türkiye sıkıştırılmış vaziyette. Denilebilir ki, ya bugüne kadar, yâni tamı tamamına iki asırlık bir tutunma tecrübemizin anaakım tercihlerini yeniden üretmek adına inisyatif alacak, kendimizi “kabûl ettireceğiz”; veyâ esaslı ve târihsel bir “shift” gerçekleştirecek, İsmet Paşa'nın mâhut ifâdesiyle, “yıkılan dünyânın yerine kurulacak olan bir başka dünyâdaki yerimizi alacağız”. İlk çizgiye âşinâyız. İkincisi hakkında ise fazlaca bir tecrübemiz yok. Şimdilik; dirâyet kadar basîret de gerektiren bu târihsel kritik eşiği en az mâliyetle aşmayı niyâz edelim. Ve Ahmed Âmiş Efendi'nin bir zamanlar söylediğini unutmayalım: “Olan olmuştur; olacak olan da olmuştur”….


#15 Temmuz
#Özgürlük
#Üçüncü Dünyâ
8 yıl önce
Tutunmak ve sindirmek sarmalı
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler