|
Aşırılıklar (1)

Türkiye 15 Temmuz musîbeti sonrasında , belki herkesin bir şekilde farkında olduğu, lâkin derinlemesine yüzleşmekten kaçındığımız mühim bir târihsel zaafımızın belirginleştiğini gördük. Ben buna “kurumsal zaaf” demeyi tercih ediyorum. Kurumsal zaafın kendisine özgü tuhaf bir gelişimi ve seyri olduğunu düşünüyorum. Evvel emirde bunu görmek lâzım geldiği kanaatindeyim.



Kültürel dünyâmızın her tecrübeyi ”aşırılaştırıcı” bir tarafı olduğuna değişik yazılarda vurgu yaptım. Her tecrübe ister istemez bir yabancılığın fonksiyonudur. Târihsel tecrübe açısından çok zengin bir repertuarın sâhibi olduğumuzu söyleyebiliriz. Tecrübenin nasıl yapıldığı, onun serencamını da belirliyor. Orta Asya steplerinden Rumeli'ye akan büyük bir tecrübe ırmağında Türkler dönüşümlerini uzun asırlar boyunca “ağırkanlı” ve “sindirimli” bir seyirle sürdürdü. Bunun sonuçları da çok parlak oldu. 19. yüzyıl ise, adına modernite denilen bambaşka bir dönüşümü zorunlu kıldı. Bu dönüşüm zorunluluğunun belirleyicileri farklıydı. Bir kere dönüşüm “dışarıdan” geliyordu. Yâni şöyle veyâ böyle içine "dâhil” olduğumuz, merkezine doğru yakınlaştıkça âşinalık kazandığımız bir tecrübe değil; dışarıdan gelen ve “bizi” içerdikçe dışarıda bırakan tehditkâr ve gârip bir tecrübeydi. Böylesini ilk defâ yaşıyorduk. Süreci önceleri mütereddit ve ılımlı bir şekilde karşıladık. Tanzimât, Ahmed Hamdi Tanpınar'ın hârikûlâde nitelemelerini dikkâte alarak ifâde edecek olursak âdeta “bir tereddüdün romanı” gibidir. Bugün yaşadığımız ve çoğu aslında incir çekirdeğini doldurmayacak kadar anlamsız ve önemsiz olan kültür savaşlarını dikkâte aldığımızda, “eski” ve "yeni”yi beraber yaşatan bir dönüşüm tarzı olarak; “belki de sürdürülmesi gereken yol buydu” dedirten bir tarafı var Tanzimâtın. Ama öyle olmadı. Sürecin yıkıcı ve tehditkâr olması Tanzimâtın yeniden üretimini sorunlu kılıyordu. Belki de bu yüzden; Şerif Mardin'in seneler evvel tespit etdiği üzere, Tanzimât garip bir şekilde kendi “aşırılığını” doğurdu. Zaman içinde süreci radikalize eden veyâ “aşırılaştıran” dinamikler baskın geldi. Aşırılaştırma tecrübesi gerçekten de trajiktir. (Bizde trajedya yoktur, diyen edebiyat târihçileri belki de haklıdır. Ama şunu görmek gerekiyor ki: bizde trajik durum bizâtihi ve mu'taddır).



Hemen herkes bilir ki, aşırılaştırma tekelde kalmaz. Kendi diyalektiğini; yâni karşıtlarını geliştirir. Aşırılaştırmanın bâzı açılımları var. Bir kere her aşırılaştırma tecrübesi, maksimleri kovalar. Arada hiçbir şey bırakmaz. Süreçleri, “olmak veyâ olmamak” noktasında uçlara taşır. İkincisi her aşırılaştırma, tecrübeyi “kendinde bir hâl” olmaktan çıkarır ve “kendisi için” bir düzeye taşır. Yâni, ontolojisini değil deontolojisini öncelikli kılar. Nihâyet her aşırılaştırma bir bâsitleştirmedir ve bu hâliyle entelektüel yoksullaşmamızın köklerine ışık tutar.



Kurumsal modernleşme, bir kadro sorunudur. Belirli standartlarda bir zihniyet donanımını sağlayan kadroların yürüttüğü kamusal iş ve işlemleri içerir. Modernleşme târihimizin şafağı olan Tanzimâtta bu zorlandığımız bir süreç değildi. Devşirme işini kadim dünyânın standartları îtibârıyla lâyıkıyla başarmış bir birikimin kılavuzluğunda, yeni ayarlamalarla bu işin altından kalkılmaya çalışıldı. Sıkıntı daha çok “saray toplumu” ile yeni gelişen bürokrasisinin (Bâb-ı Âli) arasındaki bir elit içi çatışma sebebiyle sakatlandı. Özellikle Midhat Paşa'nın temsil ettiği bir bürokratik radikalizm, Tanzimât'ın dengeli yaklaşımına göre marjinal bir etki yarattı. Sultan Abdülaziz'in devrilmesi ve katli, saray toplumunu savunmaya çekti. Sultan Abdülhâmid devri, bürokratik aşırılaştırmaya karşı bir savunmayı ve kapanmayı ifâde eder. Bürokratik aşırılaştırma daha sonraları “seyfiye” kolunun taşkın eylemleriyle jiletleşecek; İttihadçı bir maceraperestliğe evrilecek ve imparatorluğun çöküşü ile sonuçlanacaktır.



Cumhuriyeti kuran kadrolar, dış siyâsette Tanzimât'ın vasatlarına bir dönüşü ifâde ederken; içerde; özellikle de kültürel platformda ise bürokratik aşırı modernleşmenin programlarını devreye sokmuştur. Bu kulvarda kurumsal modernleşme, toplumsalı bir tabula rasa olarak algılayan ve her türlü müdahaleyi meşru gören sert bir “seçkinciliğe” dönüşmüştür. /Devâm edeceğiz…..


#15 Temmuz
#Tanzimat
#Abdülhamid
#Cumhuriyet
il y a 8 ans
Aşırılıklar (1)
Ne üretiyoruz? /Namık Kemal/ Bağdat Caddesi...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir