|
Avrupa’nın hafıza tazelemesi

Târih çok sayıda yapının çatışmasından ve eklemlenmesinden oluşuyor. Yapı elbette çok geniş bir kavram. Biz yapıların farkına, kurumsallaşmaları nispetinde varıyoruz. Din, hukuk, ekonomi, siyâset , ideoloji, estetik bunların başlıcalarını oluşturuyor. Veri bir târihsel durum, ya bu yapıların çatışmasına yahut çeşitli derecelerde ve niteliklerde uzlaşmasına karşılık geliyor. Burada dikkât edilmesi gereken bir, iki husus yatıyor. Bir kere ne uzlaşmalar, ne de çatışmaların ebedî olmadığına işâret etmek gerekiyor. Bizim “düzen”, veyâ “istikrar” dediğimiz evreler geçicidir ve olsa olsa göreli yapısal uzlaşmalara oturur. Bu ilişkiler aşındığı zaman ise çatışmalar zuhûr eder. İkinci olarak bu yapısal ilişkilerin “kimyâlarının” ortak olmadığını görüyoruz. Bâzı yapılar, diğerlerine göre çok daha esnek bir nitelik taşıyor. Meselâ “ekonominin” böyle olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebi de bu yapının hayâtın en temel ihtiyaçlar küresiyle olan “nesnel” bağıdır. Çoğu ekonomik dönüşüm, bizzât bu dönüşümün içinde yaşayan ve ondan etkilenen insanların dönüşüm öncesindeki “zihinsel” yapıları ile eşlenmiyor. Çünkü “zihin” yapılarının oluşumu ve pekişimi çok ağır işleyen süreçlerin ve birikimlerin ürünü. Zihinsel haritalarla yaşanan somut gerçeklikler arasındaki fark, târihsel bütçenin kapatılması ve uyumlulaştırılması en zor olan açığını oluşturuyor. (Zamanlı; hattâ öncü sayılabilecek zihinsel çıkışlar da marjinâl düzeyde , nâdidattan olarak yaşanmıyor değil. Ama bir şeyleri “görmüş”, hattâ “öngörmüş” olmak zihin târihinin avangart hikâyeleri olarak marjinalleşme riski taşır. Ancak hayâtın nesnel taraflarının bilince dökülmesi sırasında bir karşılık buluyorsa; daha mühimi de, kurumsal işlevselliğe taşınma kapasitesi gösteriyorsa hatırlanır. Gayrısı anlaşılmaz tuhaflıklar müzesindedir).



Avrupa modern dünyânın inşâ târihi îtibârıyla en birincil havzayı akla getiriyor. Kapitâl dünyânın kuruluş ve gelişme hikâyeleri bu kıt'anın kitabında yer alıyor. Doğrusu, modern Avrupa târihi bir bütün olarak bakıldığında yukarıda işâret edilen yapıların derin kavgalarını ihtivâ etmektedir. Bu aşağı yukarı beş asırlık bir târihtir. En görünür çizgilerle sermâye ile devletin, ulus ile devletin, sermâye ile ulusun, kilise ile sermâyenin, devlet ile kilisenin, kilise ile ulusun eşlenmesi çok çileli zamanlar yaşattı Avrupa'ya. Doğrusu, benim zihnimde AB olarak tanıdığımız süreç, bu beş asırlık hikâyenin târihsel bir uzlaşmaya taşınmak istenmesinden başka bir şey değildir. Bu uzlaşmada , târihsel yapılar arasında en geç dönüşen, “Avrupalılık” bilinci olarak tanıdığımız zihinsel dönüşüm devreye sokulmuş durumdadır.



Avrupa açısından bu dönüşümün çok trajik tarafları olduğunu düşünüyorum. Kronik olarak II.Genel Savaş'ın ağır tahribâtının yarattığı bir travma bu trajedinin odağındadır. Asırlar boyu süren savaşlar ve iç savaşların zirve yaptığı bu irrasyonel “altın vuruş” Avrupa'yı tüketmişti. Uzlaşma bir bakıma da bu genel bıkkınlığın ve çâresizliğin sonucuydu.



Ama trajedi daha derinlere gidiyor ve ağır bir güç ve merkez kaybında kendisini gösteriyordu. II.Genel Savaş'ın ardından o zamana dek dünyânın sıklet merkezini oluşturma niteliğini sürdüren Avrupa, birleşirken aslında bölünüyordu. Kıt'anın “ada” kısmı bu birleşmeye dâima belli bir mesâfede durdu. Anglo-Sakson Avrupa bu bütünleşme projesinin ne “içinde” ne “dışında”; hem “içinde” hem “dışında” idi. Bu tuhaflık çok dikkât çekmedi. Ama aktüel olarak Avrupa bölünmüş ve birlik düşüncesi “Kıt'asal” bir kilitlenme içine girmişti. (O sebeple, Britanya'nın Avrupa Birliği'nden ayrılmayı referanduma götürmesini şaşkınlıkla karşılamamak gerekiyor).



Daha mühimi bu süreç, dünyâ işbölümündeki yeni düzenlemede merkezî konumunu kaybediyordu. Artık yeni merkez ABD'nin başat olduğu Anglo-Sakson bir merkezdi. Buradaki aldanma, Avrupa'nın Atlantik ve Sovyetik paylaşımıydı. AB kâğıt üzerinde Atlantik Paktı'nda yer aldığı için gerçek perdelenmiş vaziyetteydi. Diğer taraftan Anglo-Sakson pakt, Avrupa üzerinde sâdece askerî bir vesâyet kurmuyor, başta Euro-dolar üzerinden Kıt'ayı derinlemesine kontrolü altına alıyordu. (Savaş sonrası dönemde başta Fransız ve Alman liderlerin ABD şikâyetleri şâyan-ı dikkâttir). Bu kuşatılmışlık halâ aşılmış değildir. Yine bu sebepten olarak, bütünleşmiş bir Avrupa aslında bir savunmacı yapılanmadır. Her savunma durumu kendi boğuculuğunu doğurmaz mı? Avrupa için de böyle oldu. Bu “açılımcı” projenin dargörüşlülüğü de burada yakalanabilir. Sâdece Avrupalı nüfuslardan oluşan steril bir Avrupalılık düşüncesi bunun apaçık göstergesidir. Tam da bu noktada ilginç bir târihsel durumla karşılaşıyoruz. Yapılar arasında en dirençli, en katı hâli temsil eden “zihinsel” yapının diyalektik savrulmasına şâhitlik ediyoruz. Diyalektiktir bu; bize en çok direnenin en fazla savrulmaya aday olduğunu söyler. Târihsel olarak çok sekteryen olan Avrupa zihniyetleri açılım yaparken savrulmaktadır. Duvarın yıkılmasını izleyen süreçlerde gördüğümüz budur. Doğu Avrupa'yı, sağlamlılığı ile övündükleri Avrupalılık normlarında tartma zahmetine katlanmadan; “Canım hepsi Hristiyan, hepsinin coğrafyası Avrupa'da değil mi?” gibisinden uluorta değerlendirmelerle Avrupalı kabul ederek bünyesine katmak bu projenin ilk lekelerini oluşturmuştur. Balkanlar'da yer alan Müslüman bir Avrupa'yı görmezden gelmek, hattâ katledilmesine gözyummak Avrupalılık zihniyetinin ne kadar kapalı bir dünyâsı olduğunu ıspat eden diğer bir gelişmeydi.



Bugün Anglo-Sakson merkez ile rekâbet edemeyen, tutunacağı tek dal olarak Almanya-Rusya ittifâkını kaybeden, övündüğü ürünleri bir çırpıda îtibarsızlaştırılan ve milyarlarca dolar kayba uğrayan, durgunluk ve işsizlikle boğuşan bir AB ile muhatabız. Göçmen meselesinde akıl tutulmasının zirve yaptığı, Türkiye'nin mâkul tezleri karşısında ne diyeceğini bilemeyen dağılmanın eşiğindeki bir Avrupa'dır bu. Tek çıkış yolu hâfızasını adam gibi tâzelemek ve iyi bildiği bir işi, “günah çıkarma”, pardon “yüzleşmeyi” yaparak asırlar boyunca komşuluk ettiği artık dinamizmini ıspatlamış ve gücünü arttırmış bir Türkiye'nin de içinde yer aldığı yeni bir genişlemeyi , bambaşka normları da içine alarak başarmasıdır. Bakalım Avrupa'nın zihin dünyâsı bu kıvraklığı gösterebilecek mi?


#Avrupa
#Almanya-Rusya ittifâkını
#modern Avrupa târihi
#istikrar
8 years ago
Avrupa’nın hafıza tazelemesi
Kara dinlilerle milletin savaşı
Solun bize ve sola ettiğidir...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar