|
Büzüşme…
Sol-sosyalist hareketlerin târihi sürekli bölünmelerin târihidir. Klikler, fraksiyonlar başdöndürücü bir şekilde çoğalır; o kadar ki, bir yerden sonra ipin ucu kaçar ve izleyemez olursunuz. 1980'lere gelindiğinde Türkiye'deki tablo da tam da buydu. Sayısız siyâsal parti, dernek, dergi etrafında toplanan bir garip “çokluk”… Nihat Behram'ın “Sol Kendini Anlatıyor” başlıklı kitap 70'li senelerin sonlarına doğru bütün bu irili ufaklı oluşumların sözcüleriyle yapılan söyleşileri biraraya getirmişti. Köşeliliği ve kabalığıyla söylem ortak paydayı oluşturuyordu. Dâvalar ağır “suçlamalar” ve “özeleştiri” süreçlerinin ürünüydü. Düne kadar birlikte olanlar , dâva arkadaşlığında buluşanlar her ne oluyorsa oluyor, “ihânetin keşfedilmesiyle” birbirlerinin azılı düşmanı kesiliyordu. Geçenlerde bu kitabı tekrar karıştırdım. Bâzen güldüm, bâzen de acı acı düşündüm.

Kısm-ı âzâmı “incir çekirdeğini bile doldurmayacak” sebeplerle ortaya çıkan bu “amipleşme”nin psiko-dinamikleri hakkında akademik olarak pek bir şey yapılmış olduğuna şahitlik edemedim. Garip bir şekilde, hâlâ bu süreçlerin gençlik ateşi ve saflığıyla, hatta güdümlü olarak yapıldığı söylenir durur. Ben bu açıklamaların basitçi olduğunu düşünüyorum.

“İdeolojik amipleşme”, köklerini kültürel antropolojik temelde kurabileceğimiz çok daha derin bir olgunun içinde ortaya çıkan modern bir kesittir. Târih saf bir alan değil. Nesnel taraflarıyla en beklenmedik “karşılaşmaları” ve “mâcunlaşmaları” doğuruyor. Gelin görün ki bunun öznel bir karşılığı olmuyor. Her “karşılaşma” ve “mâcunlaşma” tecrübesi esaslı tedirginlikler doğuruyor. Zihin ve ruh dünyasında dâima bir “kirlenme” veya “kirletme” riski algısı doğuruyor. O zaman da “arınma” esaslı bir ihtiyaç olarak zuhûr ediyor.

Târihsel “kirleri” dışarıda bırakmak basit bir işlemselliğin konusu değil. Keşke mesele o kadar basit olsaydı. Modernlik öncesi durum, bu îtibarla biraz daha baş edilebilir durumdadır. Çünkü “karşılaşmalar” o derecede yoğun değildi ve aralarda derin boşluklar mevcuttu. “Mâcunlaşmalar” ise uzun zamanlara yayıldığı için daha az müdahale görüyordu. “Kir” dışarıdan geliyor; böylelikle de ya tecrit edilerek, yâhut kendi dâiresine kapatılarak giderilebiliyordu. Eğer daha tedirgin edici bir durum varsa ekolojik boşlukların avantajı kullanılıyor ve “dışarıya” atılıyordu. “Ayrışmalar” belli uzaklıklara püskürtülmek sûretiyle veya kendi “hurûcu” üzerinden dışarıya atılarak mesele esastan halledilmiş oluyordu.

Antropolog Mary Douglas'ın kategorileri ile belirtecek olursak; geleneksel ve modern dünyâlar arasındaki en büyük dönüşümlerden birisi, algının “kuru” kir algısından “yapışkan” kir algısına dönüşmesidir. Bu, târihin nesnel tarafındaki dönüşümlerin dünyayı mesâfesizleştirmesine, ekolojik boşlukların kapatması na ve demografik yığılmalara dayalı olarak başladı. Haberleşme , ulaşım vb teknolojiler ise süreci konsolide etti. Hâl böyle olunca da, nesnel-öznel arasındaki mesâfe uçurumlaştı. Soyut dünyâ ve yine soyut “insanlık” tasavvurları , içerdiği etkili edebiyatlara rağmen târihsel olgular karşısında marjinalize oldu. Doğrusu, insanlık ve dünyâ soyutlamalarının-evrenselcilik olarak bilinir- biraz da mevcut durumu kaldıramama ve onu savsaklamayla âlâkalı olduğunu düşünüyorum. Felsefî spekülâsyonlara göre daha reel bir çerçeveye oturan sosyolojik ve ekonomik tasarımlar ise, işin içinden kitlesel ve emek yoğunluklu bir üretim toplumunun esenliği adına disipline edilmiş ve güvenceye alınmış “kayıtsızlık” eğrileri geliştirerek çıkmaya çalıştı. Bunu da “medenîleşme” olarak lânse ettiler. Ama daha “derin” ve çoğu defâ farkına varılmayan bir mesele daha var. Zannediyorum ki, özellikle de üretim disiplininin çözüldüğü ve kültürel alanların iyot gazı gibi açığa çıktığı aktüel dünyada bu meseleyi en bindirilmiş ve yoğunluklu ölçeklerde yaşıyoruz. Bunu da, etkileri “dışarıdan kirlenme” algısından daha ağır olan ve paranoyak boyutlar kazanabilen bir “iç kirlenme” tedirginliği olarak değerlendiriyorum. Bunun, diğerinden farkı kategorik manâda toplumsal ya da topluluksal olmaktan çok bireysel temelde yaşanmasıdır. Daha doğrusu, evvelki örüntülerde bireylerin arılanma ihtiyâcını cemaatler temin ediyordu. Eğer bir bölünme ve ayrışma olacaksa veri bir cemaatten yeni bir cemaatin kopmasına kadar beklenirdi. Bugün ise cemaat-birey ilişkileri eskisi kadar katolog ilişkiler değil. Bireyler bir cemaatten diğerine atlayarak bu işi yapabiliyorlar. Özellikle de kentsel cemaat enflasyonu da zâten bu ihtiyâcı karşılıyor. Yine buna göre, cemaat kültürleri dönüşüyor ve yer yer kaprisyöz mahiyet kazanabilen çocuksu bireysileşmenin ihtiyaçlarına cevap veriyor.

Bugünün dünyâsında saflık aynası insan teklerine herbiri çok tedirgin edici inanılmaz ayrıntılar gösteriyor. En çok gösterdiği ise aynılaşmayı içeriden yiyen benzerlikler. Benzerlik, teorik akılyürütme içinde beklendiği üzere aynılaşmayı mümkün kılan değil; tam tersine sabote eden bir şeydir artık. Benzemezliklere, aykırılıklara saldırılar devâm ediyor etmesine. Ben bunları antik dünyadan bir benzetmeyle “Atina- Isparta” ittifâkının bir türevi olarak görüyorum. Dışarıdan gelen ortak tehlikenin mevcûdiyeti bu tarz ittifakları doğurabiliyor. Bu bir bakıma da geçici bir ferahlama sağlayabiliyor. Unutmayalım Pers ortak tehlikesine karşı Isparta ve Atina güçlerini birleştirdi birleştirmesine. Lâkin tehlike geçtikten sonra kendi savaşlarını başlatmak için bir lâhza beklemediler. Bugün daha tâyin edici olanın saflık aynasına düşen benzerlik gölgeleridir. Saflığı bozan benzemezlik değil, bizâtihi yapışkan kir etkisi doğuran benzerliklerdir. Çünkü her benzerlik benim defolarımı yansıtır aslında. Saflık aynasına düşen her gölge benim karanlık taraflarımı bana gösterir. Delirtici olan da budur. Benzerliklerin paylaşılması, birlikte taşınması olacak iş değildir. Benzerlik görece farklılık olduğu için benzeten şeyler unutturulur ve saflık adına benzemezliklere tahvil edilir. Özellikle de entelektüel mahfellerdeki kavgaları böyle okuyorum. Bakmayın siz onların ahlâk ve ilke iddialarına…
#Büzüşme
#sosyalist
#ahlâk
٪d سنوات قبل
Büzüşme…
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler