|
Dokunulmazlar

Türkiye'nin gündemini oluşturan konulardan birisinin, TBMM'de fezlekesi bulunan milletvekillerinin “dokunulmazlıklarını” kaldırmayı amaçlayan süreç olduğunu biliyoruz. Dil zâten tuhaf bir dünyâ. Soyutlaştıkça daha da bir tuhaflaşıyor. Kavramların kırılma noktaları da burada başlıyor. Kavramsal alanlar genişledikçe, kavrayışı da riske sokan durumlar ortaya çıkıyor. Bu durumda zihnin kendine gelmesi, bir bakıma kavramları besleyen somut eylemelere; meselâ fiillere yeniden dönmektir. Bunun bir basitlemeye dönüş olduğu sanılmasın. Nihâyetinde, târih fikirlerden ziyâde eylemeler değil midir?



Dokunulmazlık kavramının fiil kökü, kolaylıkla tahmin edilebileceği üzere “dokunmaktır”. Dokunmak beş duyunun ortak paydasını verir. Gözlerimizle işitemez, kulaklarımızla göremeyiz; ama gözlerimizle ve kulaklarımızla temas ederiz. Dokunmak fiili veya eylemi tabiatta çok baskın bir durumdur. Hayvanlar farklı organlarını harekete geçirerek bunu çok sık yaparlar. İnsana gelince, bu eylemin çok sorunlu olduğunu görüyoruz. Bir bakıma tabiî kodları çözen ve işlevsiz bırakan medeniyet veya “medenî durumlar”, bir şekilde dokunma eylemini kültürelleştirir ve düzenler. Kısaca ifâde edecek olursak; tabiî kodların yerini baskılayıcı kültürel kodlar alır. Medenî durumlarda insan hiçbir şeye sevk-i tabiî ile dokunma keyfiyetine sâhip olamayacaktır. Medenî durumlarda neye, nasıl dokunabileceğimiz; nelere sınırlı dokunup, nelere ise asla dokunamayacağımız inceden inceye belirlenmiş durumdadır.



Temel dokunulmazlık alanlarının bir güç ayrışması üzerine binâ edilmiş olduğu dikkât çekiyor. Ama güç, târihsel olarak çift başlıdır. Bir tarafı ile kabalığa; diğer tarafıyla da inceliğe açılır. Bir güç alanının kendisini hayatın diğer alanlarından ayrıştırıp “dokunulmaz “kılması; aslında savunmacı bir amaç güder. Bunu kaba bir güç kullanımı ile idâme etmek bir yere kadar mümkündür. Bu noktada ikinci açılım zuhûr eder. Dokunulmazlık iddiaları kendisini incelikler üzerinden pekiştirmeye başlar. Kutsallar imdâda çağrılır. Aslında bu da bir dolaylılaştırmadır. Burada bizzât ve bizâtihî “kutsal” değil; kutsalın temsilleri devreye girer. O hâlde dokunulmazlığın, “kutsalların temsilleri” ve onlarla bağlantılı “ayrıcalıklarla” alâkalı olduğunu hemen ifâde edebiliriz. Hakikâten de kutsallaştırılmamış hiçbir ayrıcalık yoktur. Bu aynı zamanda, neredeyse bütün bir değer dünyamızı da şekillendiren bir güdüleme de doğurmuştur. Değer duygumuz derinleştikçe, dokunulmazlık katsayıları da artmıyor mu? Hayâtımızda en değer verdiğimiz şeyler, bir o kadar da ele geçmeyen; yâni dokunamadığımız şeyler değil mi?



Brahman kastlarında olduğu gibi; kutsalla tahkim edilmiş dokunulmazlıklar, hiyerarşik gelenekte çok baskındır. Modern dünyânın ihtiraslı dünyevî hesapları, “her şeye dokunmak” iddiasının merkezine aldı. Modern durum bir bakıma “her şeye dokunma hakkını” savunmaktır. Dünyanın her yerine dokunmak, en kutsal bilinen alanlara “özgürce” girmek, büyülerle örtülmüş, kutsallarla tahkim edilmiş alanların hakikâtini deşifre etmek; bunu engelleyici her türlü târihsel ayrıcalığı yıkmak… Bir ideal olarak modernlik belki budur. Gelin görün ki, bu modernliğin sâdece teorik yüzüdür. Modern müdahalelerin, keşfedip dokunduğu yerlerde otokton ve otantik hayatlara yaşattığı acılar ortadadır. Dokunma eylemi, başlangıçtaki eşitlikçi vaatlerini nedense unuttu. Dokunan ile dokunulan arasındaki keskin ayrılığı doğurdu. Dokunmak “özneyi”; dokunulmak ise “nesneyi” tâyin etti.



Başka bir çelişki de, kuvveden fiile indikçe dokunma talepleri zayıflamasıdır. Meselâ bir toplumsal işbölümü ve organizasyon olarak modernlik tam tersini öngörür. Nesnel iş düzeni içinde bırakın dokunmayı, her türlü temas baskılanır. Bireylere, “işine odaklan”, “sağla, solla ilgilenme” denir. Bireysel özgürlükler ve haklar, artık kimin içinse, sıkı “dokunulmazlık” kurallarına dayandırılır. Bir bireyin diğerine, hangi sâikle olursa olsun; dokunması yasaklanır. Dokunulmak en büyük modern kâbustur. Anlaşılıyor ki, modern durum daha dokunulabilir bir dünyâ değil, olsa olsa yeni dokunulmazlık alanları ihdâs etti. Desmond Morris gibi yazarların çok satan kitaplarına “Sevmek Dokunmaktır” tarzı başlıklar atmaları; modern medeniyetin maksimlerini yaşayan insanların yaşadıkları yabancılaşmayı aşabilmek için, avuç dolusu paralar ödeyerek dokunmayı tabiîleştiren terapilerden medet umması başka türlü nasıl anlaşılabilir? İnsanlık durumlarının hayvanlık durumlarının bile gerisine düştüğü hâller bunlar…Ne diyelim?….


#Dokunulmazlık
#TBMM
8 yıl önce
Dokunulmazlar
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’