|
Evrensel din

Marksçılığın en fazla açık verdiği konuların başında din ve devlet gelir. Bu iki güçlü etkiyi, basitleştirmek ve "çarpık yansımalar dünyası" olarak üst-yapıya indirgemek, sonrasında ciddi sıkıntılara yol açmıştır. (Hoş bu keskin ayırımların Marx"dan çok Engels"in mârifeti olduğu yolunda değerlendirmeler de vardır. Eğer bu değerlendirmelere iltifat edecek olursak, Marksçılık olarak kurgulanan ideolojinin aslında kripto Engelsçilik olduğunu da îtiraf etmek lâzım gelir). Bu açığı kapamak için Marx sonrasında bazı gözden geçirmelere gidildiğini biliyoruz. Başta Gramsci ve Althusser olmak üzere, bir kısım düşünürler bu iki kürenin (din ve devlet) görece özerkliğinin altını çizmeye çalışmışlardır. Ama en çarpıcı gelişme, reel sosyalizmin, bolşevizm odağında, katı bir devletçilik ortaya koymasıdır. Sosyalizm geldiğinde kendiliğinden aşılacağı ya da sönümleneceği varsayılan devlet, Stalincilik örneğinde de çok bariz görülebildiği üzere bir canavara dönüşebilmiştir.

Devlet ve din en az, Marksçılığın merkezî kıldığı ekonomik yapılar kadar güçlü yapılardır. Dolayısıyla belirlenen-belirleyen ayırımı üzerinden değil; belirleyicilik üzerinden değerlendirilmelidir.

Karatani, devletin ziraatı hidrolik esaslar üzerinden örgütleyen fetihçi-talancı, aynı zamanda adâlet dağıtımı îtibârıyla yeniden-bölüşümcü bir yapı olarak doğduğunu savunur. Bu bir mübâdele tarzıdır. Devletli mübâdele, karşılıklılığın ve hediyeleşmenin egemen olduğu önceki mübâdele tarzının yerini almıştır. Bu aynı zamanda "medenîleştirici bir etkiye" de sâhiptir. Çünkü Claude Levi Strauss ya da Pierre Clastres"nin de farklı açılardan işâret ettiği, karşılıklılık tarzı mübâdelenin yan damarları olan savaş ya da kan davalarını sonlandırmıştır. Arnold Toynbee"nin kavramlaştırmalarıyla Roma(Pax Romana) ve Osmanlı barışları (Pax Ottomana)da bu mübâdele tarzının seçkin örnekleri olarak temâyüz etmiştir. Karatani, "evrensel din" olarak tanımladığı süreçleri, tam da buraya koyar. Yâni, her dinsel oluşum, eşitliksizci ilişkiler yapılandıran, devletli mübâdeleye ve onun yedeğinde yatan ve metâ mübâdelesini taşıyan ticârî işlemlere muhalefet üzerinden şekillenmiştir. Karatani"nin gözünde evrensel din "anti-establishment" bir nitelik taşır. Ama zaman içinde, devletli mübâdele ondan yararlanmış ve devlet dinleri şekillenmiştir. Bu süreç bana Alfred Radcliffe Brown"ın sözünü ettiği "büyük kültürel gelenek" ile "küçük kültürel gelenek" ayırımın düşündürüyor. (Bu ayırımı teolojik bir dille anlatacak olursak, ortodoksi-heterodoksi farkı da diyebiliriz). İlginç olan ilkinin, diğerini eksiltmesi ve kenarsallaştırmasıdır. Ama gelişmelerin bununla sınırlı kalmadığını düşünüyorum. Burada sızdırmazlık işlemiyor. Bir yandan çatışırken, diğer yandan da etkileşime girdiklerini görmek önemlidir. Kenar protest kültürün bayraklaştırdığı, karşılıklılık esasındaki mübâdeleye özlemde temsilini bulan heterodoksiye özgü değerler de, devlet tarafından denetimli bir şekilde soğurulabildiğini ve belli bir inceltme üzerinden pekâlâ kendi terkibine katılabildiğini düşünüyorum.

Din sadece devlete eklemlenmedi. Aynı zamanda, metâ mübâdelesini, ticârî târihin içinden çekip baskınlaştıran sermâye de onu soğurdu. Belki püritanlık bu dönüşümün içinde anlaşılabilir. (Püritanlık sadece Hristiyan bir teolojinin özgül bir konusu ya da yorumu değil, bütün dinsel modernizmlere içkin olan bir bakışı ifâde eder. Muhammed Abduh ya da Cemaleddin Afgani de sosyolojik olarak püritandır). Buradaki bütün mesele, devlet ve ulusu da içerecek tarzda; din-sermâye ilişkisini başarmaktır.

Nasıl ki, orijinal din, ya da Karatani"nin kavramıyla "evrensel" din, dinin devletleşmesiyle sorunlu idiyse, sermâyenin dinselleştirilmesiyle de sorunlu olmuştur. Engels"in romantik sosyalistler olarak küçümsediği düşünür ve aksiyonerler aslında evrensel dinin refleksleriyle çalışıyorlardı. Karşılıklılığa dayanan mübâdele tarzına derin bir nostaljiyle bağlıydılar. Bu bağı koparan Engelsçilik oldu. Öyle ki, bu bağ halen doğru düzgün kurulabilmiş değildir.

Elyevm, din-devlet, din-ulus ve din-sermâye bağı bütün erkânıyla hüküm sürüyor. Son çeyrek yüzyılda dine geri dönüş gibi algılanan süreçler aslında pekişik süreçlerdir. Sözü edilen bağlantılar artık özdeşliğe de dönüşmektedir. Biz modernlerin zihninde devletsiz, ulussuz ve sermâyesiz kalmış bir din tasavvuru ürperticidir ve ancak çözülmeyi ve düşkünlüğü çağrıştırır. Bu da Kant"ın sözünü ettiği ve en yüksek temsilini Hegel"de bulan "kurucu akıl"(larla) düşünmekten başka bir şey değildir.

Bütün bunlardan daha düşündürücü olan, yukarıda zikredilen birleşik, hattâ özdeşleşmiş yapıların, aşağıdakilere biçtiği mukadderattır. Karatani, mübâdele tarzlarının mutlak aşkınlıklar olarak işlemediğini, her yeni mübâdele tarzının, kendisini baskınlaştırırken diğerlerini de içine aldığını vurgular. Kanaatimce bu çok isâbetli bir bakıştır. Kan davaları, karşılıklılık esasındaki mübâdelenin içinde yer alan alt-mübâdele türlerinden birisidir. Sözkonusu pekişik yapılar bugün, kaotik olarak bu dâvaları seferber ediyor. Tarafların kendilerini alternatif kurucu akıllar olarak gördüğü, yatıştırılması zor süreçler bunlar. Bu yola girdikten sonra olacakları kestirmek zor değil. Gâliba maharet bu yola girmemek…..

11 yıl önce
Evrensel din
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi