|
Kavimler Göçü

Dünyâ târihini demografik gelişmeler îtibârıyla değerlendirmenin ilginç ve aydınlatıcı neticeleri vardır. Demografik târihe has verilerin ne derecede mühim dönüşümleri doğurduğu genellikle pek üzerinde durulmaz. Hâlbuki gerçek pek de öyle değildir.



Aslında temel öğrenim süreçlerinden geçmiş olan hemen herkes, târihte “Kavimler Göçü” olarak bilinen bir demografik etkinin doğurduğu neticelere şöyle böyle âşinâdır. (Hattâ ironik olarak, târih derslerinden hâfızalarda en fazla kalan tekerleme “Ostrogotlar, Vizigotlar” tekerlemesi değil midir?). Modern Avrupa'nın teşekkülünde bu süreçler son derecede mühimdir. Asya içlerinden gelen sayısız “barbar” topluluk Avrupa kıt'asına sızmış; buradaki otokton halklarla kaynaşmış ve günümüzün Avrupa uluslarını doğurmuştur.



Bizim coğrafyamız; yâni Anadolu, Rumeli ve Mezopotamya da; bir kısmını bildiğimiz; bir kısmı da hâlâ aydınlatılmayı bekleyen demografik katmanlaşmaların heyecan ve hayranlık verici hikâyelerini barındırır.



Her demografik değişim; kültürel hazmı asırların geçmesini gerektirmektedir. Ama bu bir defâ oturmuş bir kültürel oluşuma evrildiğinde ortaya çıkan ; “yerleşik olan” ile “yeni gelenlerin” birikim ve katılımlarını içeren kültürel bileşimler göz alıcı bir zenginlik kazanır. Evet süreçler sancılıdır; ama neticeler de bir o kadar kıymetlidir.



Demografik değişimlerin başta gelen sâiklerinden birisi; gelenlerin ardında “kaybedecek bir şeylerinin” olmamasıdır. İbn-i Hâldun bunu çok açık görmüştü. Sürecin sancısı da burada ortaya çıkıyor. Gelenlerin canı burnundadır. Kaybedecek bir şeyi olmayanların baskısını durduracak bir güç yeryüzünde yoktur. Gelenlerin ilk tipik davranışının yıkım, talan vb eylemler olması anlaşılabilir bir durumdur. Ama zaman geçtikçe, kaçınılmaz bir şekilde bir uyumlulaşma süreci de açığa çıkar. Fâtihler bu defâ fethettikleri yerlerin yerleşik kültürleri tarafından fethedilir. Ortaya orijinal kültürel bileşimler çıkmaya başlar. Gelenler, yerleşik kültürel kodları berâberlerinde getirdikleri kendi kültürel dünyâlarına tercüme ederek yorumlar ve kabûl ederler. Bu harmanlanma genel kabullere dönüşümünü tamamladığı zaman kendi yerleşikliğini sağlar.



Modern dünyâda, tamamlanması uzun süreçleri gerektiren bu tarz harmanlanmalar sakıncalı bulunmuştur. Modern dünyânın keskin analitik ayırımları “geçişleri” ve “sentezlenmeleri” kabûl etmez. Çünkü “harmanlanma” ve “sentezlenme” çıkar temelli rasyosunun öngördüğü “dünyâ işbölümü” bunu kaldırmaz. Üstün ve ayrıcalıklı olduğu ilân edilmiş kültürel norm ve değerler diğer kültürel norm ve değerlerin tasfiyesini öngörür. Bunu da ideolojik aygıtlarıyla güvence altına almaya çalışır. Buna göre “ayrıcalıklı” ve “üstün değerler”in saf tutulduğu “uygar” bir dünyâ vardır. Dünyânın geri kalanı; yâni derece, derece “ilkel” olarak vasıflandırılan dünyâ; bu üstün uygarlığın norm ve değerlerine uyum sağladığı ölçüde özneleşebilecektir. Bu aslında bile bile lâdestir. Çünkü bu dönüşüm belki bâzı elitler için mümkündür. Ama büyük kütleler bunun dışında kalacak; “ev ödevlerini” yüzlerine gözlerine bulaştıracak ve modern dünyâya intibâk edemeyecektir. Adam edilemeyen bu büyük kütlelerin oluşturduğu, “eksik formasyonlu” bu proleter uluslara revâ görülen muamele ise onları yaşadıkları coğrafyaya mahkûm etmek; deyim yerindeyse mıhlamaktır. Onlara ancak eksik istihdam koşullarında başvurulacaktır. Meselâ Amerika böyle kuruldu. Milyonlarca siyâhî Afrikalı köleleştirilerek devâsa kıt'anın istihdam açığını kapamak için kullanıldı. II. Genel Savaş ise bu konuda tam bir kırılma noktasına işâret ediyor. II. Genel Savaş sonrasında çekirdek hegemonik dünyânın yeniden imârında ortaya çıkan emek açığı; ağırlıklı olarak sömürge ve eski sömürgelerden karşılandı. Bu kütlelerin sayısal olarak sınırlı tutulabileceği ve birkaç nesil sonra “sisteme uyumlulaşacağı” öngörüldü. Ama öyle olmadı. Gelenler kendi gettolarını oluşturdu. Direndiler. Diğer taraftan, gelenlerin sayısı emek açığı ile sınırlandırılamadı. Gelişlerin önü alınamadı. Bu defa zecrî tedbirlere başvuruldu. Ama bu tarz baskılamalar artık sökmüyor. Milyonlarca insan; savaşlar ve bürokratik yağmalarla vîran olan coğrafyalarından kaçıyor ve merkez coğrafyalara canını atmaya çalışıyor. Onların “kaybedecek hiçbir şeyleri yok”. İstediğiniz kadar duvar yapın; geçmiş olsun… Bunun önünü alamazsınız. Eğer hesaplarınızı gözden geçirip daha âdil bir dünyânın nasıl kurulacağı ve nasıl fonlanacağı konusunda adım atmazsanız; yapacak bir şey yok. 21. Asır, muhtemelen ileride “II. Büyük Kavimler Göçü”nün yaşandığı bir asır olarak hatırlanacak… Bir zamanlar fethedip köleleştirdiğiniz, kaynaklarını insafsızca sömürdüğünüz târihsel otantikliğinden saptırdığınız coğrafyaların insanları sizi; alanı giderek daralan steril dünyâlarınızda basacak ve teslim alacak…

#Anadolu
#Rumeli
#Mezopotamya
il y a 7 ans
Kavimler Göçü
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti