|
Kürt siyaseti dönüşecek mi?
Çözüm süreci olarak tanımlanan ve akâmete uğrayan süreç, bir tarafıyla Kürtçü hareketinde yaşanan bir iç dönüşümün ürünüydü. Bu dönüşümün kökleri Abdullah Öcalan'ın yakalandığı günlere kadar geri götürülebilir. PKK Hareketi, kuruluşundan başlayarak kendisini Sûriye-Îran ve daha geride Rusya eksenine oturmuştu. Bu eksen, hareketin sert çekirdeğini oluşturuyordu. PKK'nın yumuşak çekirdeği ise AB'nin verdiği destekti. İçeriği hâlâ tam olarak bilinmeyen; ABD'nin de içinde bulunduğu bir âni operasyonla hareketin önderi olan Abdullah Öcalan Sûriye'den apar topar dışarı çıkarılmış; önce Rusya'ya, daha sonra da İtalya ve Yunanistan'a ilticâ etmek istemiş,ama bütün kapılar kendisine kapanmıştı. Nihâyet, Afrika'da yakalanmış ve Türkiye'ye teslim edilmişti.

Abdullah Öcalan'ın yakalanması Kürtçü hareketin yaşadığı en ağır travmalarından birisidir. Yakalanmasının hemen ardından PKK önderi, durumu pratik olarak kavramış ve esaslı bir dönüşümle Kürt sorununun ancak Türkiye ile birlikte çözülebileceğini anlamıştı. Hapiste yazmış olduğu kitaplarda bu durum oldukça açık bir şekilde dillendirilmiştir. “Oldukça" diyorum; çünkü Abdullah Öcalan'ın dili bu konuda pek açık değildir. Stalinist-ezoterik jargon kendisinin diline hâlâ hâkimdir. Bunun da iki sebebi olabilir. İlki bizzat kendisinin bu dille mâlûl olması; diğeri ise bilinçli olarak örgütü ile paylaştığı bu dili görece koruma isteği olabilir.

Ne kadar topal adımlarla yürütülmüş olsa da çözüm sürecinin niyeti, Kürt sorununun yerlilik temelinde çözülebileceğiydi. Buradaki temel mesele, bahsedilen niyetin ne kadar içselleştirildiği ile âlâkalıdır.

Gelişmelere bakıldığında bu niyetin “devlet" katındaki algısı, Kürtlerin, devletin “bahşettiği" kadarıyla yetinmesi gerektiği noktasında kalmış olmasıdır. Kürt siyâseti ve siyâsetçileri için de bu niyeti içselleştirmek çok daha sorunluydu. Burada bir bölünmeden bahsedebiliriz. “Ada", süreci belli «mesâfeden" ve “dışarıdan" okuyordu. “Dağ" ise süreci “içeriden" ve “kapalı devrelerle" değerlendiriyordu. “Ova" ise aynı süreci “aradan" ve “sıkışmışlık" içinde görüyordu. Sıra aktüel tercihlere geldiğinde ise “Ada" devre dışı kaldı; “Ova" tercihini “Dağ"dan yana kullandı. “Dağ" ise ezberlerine geri döndü ve yeniden “Rusya-İran-Sûriye" hattına gömüldü. Çözüm süreci ise sona erdi.

Bütün bu gelişmeler Ortadoğu'nun dinamiklerine oturuyor. PKK'nın, konjonktürel temelde , bağımsızlık için târihsel bir fırsat olarak gördüğü Ortadoğu yangınından mal kaçırma derdinde olduğu görülüyor. Gelişmeler bir süredir bu tercihin kendi açılarından "sanki" doğru gibi gözüküyor. Sûriye'de Rojawa'da kazanılan alan bunun en açık göstergesi sayılabilir. PKK eşanlı olarak hem Rusya-Îran ve Esad'tan destek alıyor, hem de Atlantik Dünyâ'nın hoşgörüsüne mazhâr oluyor. Tırmandırdıkları terör üzerinden yapmaya çalıştıkları; bu ortama Türkiye'nin Güneydoğu ve Doğu'sunu da dâhil etmek. Şimdi sorabiliriz: Bu konjonktürel gidişat ne kadar sürdürülebilir? Orta ve uzun vâdede “Dağ" siyâsetinin geleceği nedir?

Şiddete dayalı "Dağ" siyâsetinin göremediği husus, Rusya ve İran ittifakının Atlantik tarafından nasıl değerlendirildiğidir. “Dağ" siyâsetlerinin ömrü, katı bir ambargoya tabi tutulan Rusya ve İran'ın gövdelerini koyarak dâhil oldukları Ortadoğu siyâsetlerinin ömrü kadardır. Atlantik Dünyâ'nın Rusya ve İran'a, kanaatimce “bilinçli" olarak Ortadoğu'da bıraktıkları alan, bu iki devlete çok ağır bir mâliyet getiriyor. Bu mâliyet , bahsedilen iki devletin zaten sınırlı olan kaynaklarını tüketiyor. Gidişât orta ve uzun vâdede , Rusya-İran ittifâkının bekledikleri üzere ellerini güçlendirmek değil; tam terine pazarlık güçlerini zayıflatacak neticelere gebedir. Rusya'nın Ukranya'dan başlayarak, Ermenistan ve Azerbaycan odağında Kafkasları da Ortadoğu denklemine katarak alanı büyütme arzusu ise sonuç verecek gözükmüyor. Bu projenin en başta Îran'a takılacağı bellidir. Diğer taraftan ittifak zaman zaman İsrâil'in kırmızı çizgilerine tosluyor.

Bölgedeki belirsizlik ve kaos Rusya ve İran ittifakının direnci azalıncaya kadar devâm edecek gözüküyor. İşbağ noktasında Atlantik Dünyâsı'nın tercihinin Kürtlerden yana olmayacağı çok açık gözüküyor. İş dünyâya nizam vermeye geldiğinde “Stalinist terimlerle" yapılan spekülasyonları ve yürütülen pratikleri kimse dinlemez. Eğer hala sağduyuya sahip bir Kürt siyâset aklı varsa bunu görecek ve Kürt siyâsetleri dönüşecektir. HDP kurultayını bekleyelim...
#çözüm süreci
#hdp
#pkk
8 yıl önce
Kürt siyaseti dönüşecek mi?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi