|
Musul ve sonrası

Irak ve Suriye'de senelerdir olup bitenler gösteriyor ki, bu coğrafyalarda varolan güçlerin rasyonel olarak tanımlanabilecek bir tarafı mevcut değil. Bir şeyin rasyonel olması, yâni akıl yürüterek anlaşılabilir olması,bâzı sağlam öngörülerde bulunmayı da sağlayabilir. Süreç irrasyonel olunca , sağlam ve mâkul öngörülerde bulunmak da zorlaşıyor. Zemin o kadar kaypak ki, herhangi bir “aktörün”-bu ezber lâftan da son derecede rahatsız olduğumu söylemeliyim- eylemlerinin nereye evrileceğini, evveli ve âhiri ile tahmin etmek zorlaşıyor. O zaman da sonu gelmeyen bir spekülasyonlarda bulunmaya başlıyoruz. Sizleri bilmem ama ; bendeniz, TV'leri dolduran “uzman” stratejistlerin atıp tutmalarından bıktım usandım. Netice ortada: bugün herhangi bir futbol maçını konuşmanın vasatlarıyla , Irak'da veyâ Suriye'de olup bitenleri konuşmanın vasatları garip bir biçimde örtüşür hâle geldi. Maalesef meselelere sağlam bir “doktrin” birikimi ve saha tecrübesi üzerinden bakanların sayısı bir hayli az. Bu ikisini birleştirenlerin sayısı ise çok daha az.



Bu kaotik süreci anlamak, kaosun içinde kalarak ve belirsizliklerin üzerine “entelektüel” iddia oyunları oynayarak olmuyor. Bir defâ , hatırda tutulması gereken bir husus var. Târih irrasyonel olaylardan geçilmez. Bütün bu irrasyonel süreçlerin şu veyâ bu şekilde bir rasyonalitesi olduğunu ancak olayların üzerinden zaman geçtikten sonra anlayabiliyoruz. Suriye ve Irak meseleleri de böyle. Sonsuz kaos olmaz. Eminim; birgün bu coğrafyalar yatıştığında, kaotik dalgalanmalar dindiğinde olup bitenleri yerli yerine oturtacağız. Ama mahâret bugün, zihinlerimizi kaotik “happening” lere kaptırmadan kavrayış kapasitemizi arttırmak; bunun için de bâzı mühim parametreleri veri almak.



Şöyle bir nefeslenip, bâzı tarihsel bilgilerimizi hatırlayalım. Osmanlı İmparatorluğunun duraklama ve çöküş devirleri olarak tanımladığımız 17.Asır ile 20.Asır arasındaki zaman aralığında yaşananlara bir bakalım. Karşımıza başlıca dört güç çıkıyor. Osmanlı İmparatorluğu, evvelâ Batı'da merkantlist dönüşümünü başarmış Habsburglarla; Doğu'da ise İran ile yorucu savaşların baskısı altına girdi. 18.Asıra doğru İran ve görece olarak Habsburglar devreden çıkacaktır. 18.Asırda modernleşme yolunda çok mühim dönüşümleri başarmış olan Çarlık Rusya'sı baskın olarak devrededir. Nihâyet 19.Asırda Mısır'ın işgâli üzerinden Fransa sahneye çıkmıştır. Dikkât edelim; bu asırlar boyunca dünyânın “süper gücü” olan İngiltere bu coğrafyalarda gözükmemektedir. Ama bugün biliyoruz ki, “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olan İngiltere, bir başrol oyuncusu olarak son sahneyi beklemektedir. “Uvertür” güçler olarak gerek Rusya'nın gerek Fransa'nın Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp yutmasının önündeki kırmızı çizgileri de bu güç belirlemektedir. İngiltere; Fransa ve Rusya'yı Osmanlı ile savaştırmanın onları ne kadar yoracağını bilir. Bir noktaya kadar onlara hareket alanı bırakır. Ama kırmızı çizgilerinin aşılacağını gördüğü noktada da onları durdurur. Ya onları birbirine düşürür; veyâ doğrudan püskürtür. Hasılı Osmanlı coğrafyasında statükoyu şöyle veyâ böyle devam ettirme siyâseti gütmüş olduğunu biliyoruz. 2O.Asrın başında , özellikle de petrol meselesinin üzerinden Osmanlı'yı parçalamaya karar veren yine İngiltere olmuş; boşlukta kalan ve can havliyle yükselen yeni güç olan Almanya'ya sarılan Osmanlı kaybetmiş ve dağılmıştır. Paylaşımda ise zeytinyağı misâli suyun üzerine çıkan ve ittifak ettiği Fransa'ya fazla bir şey koklatmayan yine İngiltere olmuştur. (Fransa'nın diplomaside yediği kazığın haddi hesabı yoktur).



I.Genel Savaş'ın içinde Rusya'da ihtilâl olmasının sanıldığı gibi dünyânın en büyük kapitalist gücü olan İngiltere açısından panik yaratan bir etkisi olmadığını düşünüyorum. Tam tersine Rusya'nın paylaşım dışı kalmasından hayli memnun kaldıklarını tahmin edebiliriz. Neticede İngiltere alacağını aldı. Modern Türkiye Cumhûriyetinin kurulmasına giden süreçleri de doğrusu kendi açılarından son derecede iyi yönettiğini düşünebiliriz. Yeni formül, modern Türkiye ile Sovyetler birliği arasındaki bağların sönümlendirilmesi ve özellikle de II. Genel Savaş sonrasında tasfiyesiydi. Bunu başardılar. Maşaallah Sovyetler de buna iyi teşne oldu. II.Genel Savaş- ki artık sahnede İngiltere'nin yerini alan ABD vardır- Türkiye Cumhûriyeti'nin hem Arap dünyâsı hem de Balkanlar ile ilişkilerinin dağılmasına da sebep oldu. Tek ilişki ise, CENTO üzerinden şekillenen güdümlü Türkiye-İran bağıydı. Bu bağ da 1979'da çözüldü.



Prensip değişmiyor. Türkiye ile Arap dünyâsı, Balkanlar arasındaki ilişkiler asla istenmez. Türkiye-İran-Rusya arasındaki yakınlaşmalar ise hegemonik güçler tarafından kabûl edilemez. Bildik oyunlarını oynuyorlar. Kaosun tozu bulutu arasında “nelerin istendiği” konusunda kafamız karışabilir. Ama bu kafa karışıklığını giderebilecek olan “nelerin istenmediği”dir. Bu son derecede açıktır. Sağlamasını yapalım: Suriye'de Türkiye-İran-Rusya arasında sağlanan oydaşma Atlantik oyunlarına çomak soktu. Hemen odağı Musul'a kaydırdılar. Irak'da bu üçlünün oydaşmasını sağlamak daha zor. Rusya görece olarak devreden çıkıyor. Türkiye ile İran ise “kafa kafaya” geliyor. Kestirmeden söyleyelim. Burada arzulananın bu iki komşu arasındaki gerilimin tırmandırılması olduğunu görüyoruz. “Kafa kafaya gelmek” bir çatışma sebebi olabilir. Ama “kafa kafaya vermenin” de imkânlarını sağlar. Hangisinin gerçekleşeceğini göreceğiz….


#Musul
#Arap dünyâsı
#Balkanlar
7 yıl önce
Musul ve sonrası
Üçüncü Köprü'nün İnönü'ye uzanan hikâyesi
Kandil ve BDP Öcalan"ı boşa çıkardı
Kendini bilmeyen psikiyatrist kime empati besleyebilir?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru