|
Neo-Merkantilizm

"Târihsel zaman” ile “kozmik” veyâ “zaman olarak zaman” arasında ciddî bir fark olduğunu düşünüyorum. “Zaman olarak zaman” aslında mistik bir konu. Bunu en iyi mistik düşünce çevreleri hissediyor. Meselâ İslâm tasavvufunda “dem” kavramı buna işâret ediyor. Sufî hakimler, “dem”e inanırlar. Bu bizim bildiğimiz “an”dan çok farklı bir zaman algısına işâret ediyor. Meselâ Filibeli Ahmed Hilmi'nin Âmâk-ı Hayâl'inde, bu bir şiirle ne güzel anlatılır: “Dem bu demdir”….. Tabiî şimdi akla hemen, târihsel an ve Latinlerin meşhûr aforizması; “carpe diem” gelebilecektir. Tekrar edelim buradaki “dem”, bizim anladığımız manâda “târihsel”; hattâ târihsel bile değil; aktüel an'dan çok farklı olan; içinde başdöndürücü göreceliliklerin bulunduğu; kesintisiz ve bütünlüklü bambaşka bir “dem”dir. Olmuş her şey bir “dem”de olmuştur. Fâtih türbedârı Ahmed Amiş Efendi, bu düşünceyi daha derinleştirerek; “olacak olan da olmuştur” diyordu..Bu hızı anlatmıyor..Ancak sezgisel olarak kavranabilecek ve eğer akıl ve duyuşumuzu bununla uyumlulaştırabilirsek kâmil insanlar hâline gelebileceğimiz çok farklı bir zaman tasavvurudur bu. Düşündürücü olan, modern astrofizik'in uzay-zaman olarak anlattığı zaman da buna çok uyuyor…



Târihsel zaman ise çok farklı. Bir kere bu; kendi eylemelerimizi merkeze alıyor. Târih bu eylemelere dayalı zaman kategorileri üretiyor. Biz de bunun kozmik bağlantılarını dışarıda bırakarak abartılı değerlendirmeler üretiyoruz. Meselâ bir asır, ortalama ömrü 70-80'lere varmış insan için azman bir zaman dilimi olabiliyor. Hâlbuki bir yüz sene, kozmik zaman için ne ifâde eder ki?



Çok daha tuhaf olan ise; “kozmik zaman” yavaşlamaya doğru evrilirken; "târihsel zaman”ın hızlanması… Buna bir bakıma zamanın kanserleştirilmesi diyebiliriz. Bâzı akıllı târihçiler bunu görebiliyor. Meselâ Hobsbawn; 20. asrı; 1945'de başlatıyordu. Bu, 20. asrın, yüzyıl niteliğini tartışma konusu hâline getiriyor. Eğer 20. asır 1945'de başladı diyorsak; bu 19. asrın 1945'de bitmiş olduğunu imliyor. Demek ki; 19. asır; bir asırdan daha uzun sürmüş bir asırdı. 20. asır, târihsel zamanın ne kadar da büzüştüğünü anlatıyor.



21. asır; ki bence erişmek için millenium'u beklemek gerekmezdi, 1990'da; yâni Yalta'nın fiilen çöküşü ile başladı ve bugünlere kadar sürdü. Şu aralar kendi kendime sorduğum soru; bugünlerde 21. asrın da sonuna gelip gelmediğimizle alâkalı.. Acaba ileride târihçiler arasında bâzıları; 20. asrın “45”; 21. asrın ise “25” sene sürdüğünü yazacak mı? Yoksa farkına varmadan 22. asrı mı yaşamaya başladık?



Eğer târihsel hızlanmayı teknolojist düzlemde görmekle sınırlandırırsak pek az şey anlayacağız demektir. “Efendim çağımız hız çağıdır” demek içi boş bir ifâde olarak gözüküyor bana.. Bu; otomobile, uçağa binerek hızla yol alma veya elektronik teknolojinin imkânlarıyla “iş ve işlem”lerimizi hızlandırmaktan çok farklı.. Elbette iletişim ve ulaşımda sağlanan hız artışı bizi şaşırtabilir. Ama, daha fazla şaşkınlık verici olan; bütün bunlarla birlikte sanıldığı kadar yol alınmadığı; hatta bütün bu iş ve işlemlerin daha geniş bir potada bizi “geriye” atıyor olma ihtimâlinin giderek kuvvetlenmesidir.



Meselâ Trump Amerikası'nın, yanına Birleşik Krallık'ı da alarak başlattığı “duvar örme” işi -bunu en geniş manâda simgesel olarak kullanıyorum- adı daha koyulmamış olsa da 22. asrın idrâkine bir dâvet olarak anlaşılabilir mi? Ama gidişât buysa; bunun bir tek târihsel karşılığı vardır. O da merkantilizmdir. Bütün bu yaşananlar; bugünden yarına derinleşen bir karakter sergileyecekse; o hâlde 22. asır “Neo-merkantilist” bir çağ olacak demektir. İyi de bu film bitmemiş miydi? Ne oldu o “sınırların kalkacağını vaad eden” küreselleşme masalları… O kare dünyâ masalları… Hani otokratizm, kapalı ilişkiler aşılmıştı?



Gelişmeler başka bir şeyi daha düşündürüyor. Acaba neo-merkantilizm sâyesinde Poincaré'ın döngüsel matematikinin; Nietzcshe'nin Ebedî Döngüselliğini; veyâ Mircae Eliade'nin belli arketipler üzerinden “Ebedi Dönüş Mitosu"unu mu yaşıyoruz? Daha kısasından; Anadolu'nun masal bilgeliği ile söyleyelim; Yoksa “dere tepe gidip; sonra arkamıza döndüğümüzde gördüğümüz; bir arpa boyu yol gidememiş olduğumuz mu??? Hayret ve hayf……


#Filibeli Ahmed Hilmi
#Âmâk-ı Hayâl
7 yıl önce
Neo-Merkantilizm
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’