|
Objektif ve sübjektif koşullar

Bize yakın taraflarıyla dünyâ haritasını hızlıca gözden geçirelim: Batı'da paramparça edilmiş Balkanlar, ciddî manâda krize gömülmüş Güney Avrupa ; daha içeriye doğru ırkçılık ve sağcılığın tırmandığı bir Doğu,Orta ve Batı Avrupa; Kuzey'de ikiye parçalanmış Ukrayna; Doğu'da Ermenistan-Azerbeycan gerilim hattı, patlamaya hazır barut fıçısını andıran Kafkaslar, ayağının altındaki halı ikide bir çekiştirilen İran, Güney'de ise sorunlar yumağı Kıbrıs , darmadağın edilmiş Suriye ve Irak… Ötesini; yâni Afganistan ve Pakistan'ın hal-i pür melâlini zikretmeyi bile gereksiz buluyorum. Ortada ise onca bâdireye rağmen halâ ayakta duran Türkiye…



Bu tablo, küresel hegemonik güçlerin 1990'lardan sonra adım adım hayata geçirdiği ; önce mevziî sandığımız; ama zaman içinde bütün aktörleri içine alacak büyük ve kapsamlı bir süreç olduğunu idrâk ettiğimiz bir kaos stratejisinin sonucudur. Pek çok yerde yapacaklarını yaptılar. Anlaşılıyor ki artık sıra adamakıllı Türkiye'de. Gezi ile başladılar. 17-25 Aralık ile devam ettiler. Nihâyet 15 Temmuz'u patlattılar. Türkiye, bütün bu süreçleri atlatmayı başardı. Pekiyi, bundan sonra bizi ne bekliyor? Acaba küresel hegemonik güçler, pes edip, Türkiye'yi kendi hâline mi bırakacak; değilse daha da sertleşip, kesin sonuç alacakları yeni plânları devreye sokacaklar?



15 Temmuz sonrası Batı basınında yazılıp çizilenlere ve yaygın kamuoyu algılamalarına bakacak olursak ilk ihtimâl giderek zayıflıyor. Küresel hegemonyanın pes ettiğini gösteren hiçbir alâmet yok. Tam tersine Türkiye'yi ve Tayyip Erdoğan'ı hergün IŞİD ile özdeşleştiren bir söylem biraz daha derinleştiriliyor. Eğer böyle giderse , çok da uzun sürmeyecek ve Türkiye dünyâ kamuoyu nezdinde bir “nefret” odağına dönüştürülecek. Bu açık açık görülüyor. Özellikle Türkiye-Rusya yakınlaşmasının hegemonik güçler üzerindeki tesiri soğuk beyanlarla anlaşılabilir değil. Tablonun pek de hoşlarına gitmediğini öngörebiliriz.



Bütün bunların uzantısında ise çok daha trajik bir ihtimâl kendisini düşündürüyor. Türkiye'yi lânetleyen bütün bu kampanyaların amacı; bir gün “uluslararası bir müdahalenin meşrulaştırıcı zemini oluşturmaktır. Kaba sosyalist söylemin diline pelesenk olmuş bir zihinsel tekerleme vardır: Objektif koşulların sübjektif koşullarla olgunlaştırılması…Burada tekerlemeyi tersten işletebiliriz. Önce sübjektif koşullar olgunlaştırılıyor. Ardından buna objektif koşullar eklemlenecektir.



Temelde üç fay hattından endişe ediyorum. İlki , düz bir akıl yürütmeyle görülebileceği üzere Kürt ve Alevî sorunlarının derinleştirilmesidir. Zâten PKK şu aralar saldırılarını şiddetlendirmiş durumda. Ama kastettiğim bu değil. Güneydoğu'daki çatışmalar ne kadar yoğunlaştırılırsa yoğunlaştırılsın, uluslararası müdahaleyi meşrûlaştıracak bir boyut kazanamaz. Müdahale için çatışmaların sivil bir alana taşırılması sağlanmaya çalışılılabilir. Küresel hegemonik güçler Türkiye'de 15 Temmuz sonrasında biriken gücün farkında. Bu enerjiyi sivil bir çatışmaya yönlendirecek provakasyonlara çok, ama çok dikkât etmek gerekiyor. Burada Kürt-Türk çatışmasını da içine alabilecek çok başka bir şey de tetiklenebilir. Tekrar etmek pahasına söyleyelim; aman dikkât.



İkinci fay hattı ise , Kıbrıs ve Türk-Yunan ilişkileridir. Şimdilik çok kenarda gözüküyor. Ama zaman içinde tuhaf bir şekilde ısınabilir. Sâhi, Yunanistan'a kaçan hainlere ne oldu? Sakın siyâsî mülteci olma talepleri kabûl ediliyor olmasın? Bu fay hattı, nüfuz sahasını genişletmek ve yeni enerji siyâsetlerini geliştirmesi üzerinden İsrâil'in açılımları ile doğrudan alâkalı gözüküyor. Rusya ve İsrâil ile eş anlı olarak yumuşama siyâseti geliştirdik. Rusya bunun üzerine 15 Temmuz'da hayli etkili bir şekilde Türkiye'nin yanında yer aldı. Nedense İsrâil'den pek ses çıkmadı. Buna ne diyeceğiz? Bâzen susanlar, konuşanlardan daha fazla şey söylüyor olabilir mi?



Gelelim üçüncü fay hattına. Bunun için kirli ve kanlı örgütün tasfiyesi sırasında ortaya çıkan tuhaf bağlara dikkât etmek gerekiyor. Bu örgütün sızmalarının sâdece devlete mâtuf olmadığı artık anlaşılıyor. Dehşet içinde görüyoruz ki bu yapı, kendisiyle çatışan ; veyâ çatışıyor gibi gözüken unsurlara da sirâyet etmiş vaziyette. Husûsen asker ve sivil 28 Şubat kadroları ile cemaat arasındaki bâzı tuhaf bağlar çok dikkât çekici. Çoğu Balyoz gibi davâlarda harcanmış ,Avrasyacı Türk subaylarının anlattıklarına odaklanıyoruz. Bu dramatik hikâyeler asker-sivil bürokrasideki bâzı derin bölünmelerin üzerini örtebiliyor. Avrasyacı subaylar anlatırken, birileri ne yapıyor acaba? Buradan da beklenmedik gerilimler doğabilir. Çok dikkât etmek gerekiyor….


#Darbe girişimi
#Batı basını
8 yıl önce
Objektif ve sübjektif koşullar
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü