|
Parlamenter sistemi güçlendirme ne demektir?​

Türkiye'nin iç gündemi, MHP lideri Sayın Bahçeli'nin son çıkışı ile birlikte başlayan Başkanlık Rejimi'ne geçiş tartışmalarına yeniden odaklandı. Doğrusu ben bu çıkışı rastgele bir çıkış olarak görmüyorum. Sayın Bahçeli, 15 Temmuz sonrası Türkiye'yi bekleyen ağır ve sıkıntılı süreçlerin farkına varan ve bu durumu her türlü siyâsal endişesinin üzerine koyan bir yaklaşım geliştirmiş durumda. Türkiye'nin ağır bir tahribât yaşayan kurumsal yapılarının bir an evvel ayağa kaldırılması için sorumluluk içinde hareket ediyor. Bu açıdan kendisini kutlamak gerekiyor. Gelişmeleri önümüzdeki günlerde göreceğiz.



CHP'ye gelince ezber reflekslerini göstermekte gecikmedi. “Parlamenter sistemin güçlendirilmesine” dayalı teklifini ısıtarak gündemdeki bildik yerini aldı. Doğrusu bu teklifin içinde neler yattığını biraz tartışmamız gerekiyor.



Evvelâ bir hususa dikkât çekmek istiyorum. Siyâsal sistemsel tercihlerin bir dizi nesnel ihtiyaçtan kaynaklandığını biliyoruz. Burada belirleyici olanın “toplumsal” dinamikler olduğunu da söyleyebiliriz. Siyâsal mühendislik gerektiren bir tablodur bu. Başarısını belirleyen faktörlerden başlıcası, sistem tercihlerinin, toplumsal ihtiyaçlara cevap vermesi olarak tespit edilebilir. Ama iş bununla bitmiyor. Çok daha girift başka meseleler de mevcut. Bir memlekette tercih konusu olan siyâsal sistemin başarılı olabilmesi, toplumsal ihtiyaçları karşılaması dışında , “siyasal kültür” ile “siyâsal sistem” arasındaki uyuşuma bağlıdır. Siyâsal kültürün târihsel kodları çok güçlüdür. Bu kodlara giydirilmek istenen sistemik libas , iyiniyetli bir terziliğin elinden çıksa da vücûda oturmayabiliyor. Zaman içinde dikişleri patlayabiliyor; beklenmedik neticeler ortaya çıkabiliyor.



1946'dan başlayarak Türkiye çok partili demokratik parlamenter sisteme geçti. Esas alınan sistem, Britanya'da uygulanan ve Westminster modeli olarak bilinen sistemdi. Buna göre yasama, yargı ve yürütme arasındaki güçler ayırımı îtibârıyla parlamento diğerlerine göre baskın bir konuma gelmiş oldu. Doğrusu ben bu tecrübenin, Türkiye'deki toplumsal güçlerin siyâsal düzlemde açığa çıkmasını ve siyâsal bir temsiliyete kavuşması bâbında işlevsel olduğunu düşünüyorum. Ama 1970'lerden başlayarak parlamenter sistemin hata vermeye başladığı da unutulmamalıdır. Bu hatâları parlamenter işleyişlerdeki kilitlenmeler üzerinden görebiliyoruz. Bahse konu olan kilitlenmelerin, zaman içinde yürütmenin de pasifleşmesine yol açtığını da biliyoruz. 12 Eylül askerî müdahalesinin en büyük gerekçelerinden birisinin de parlamenter sistemin işlerliğini kaybetmesi olduğunu hatırda tutmak gerekiyor.



Esas meselenin siyâsal parti yapılanmasında yattığını düşünüyorum. Siyâsal partiler, aşağıdan yukarıya doğru geniş bir patronaj ağı içinde sıkı bir siyâsal örgütlenmenin unsurları olarak şekillendiler. Halk ağzında “particilik” olarak bilinen bir süreçtir bu. Bunun bir bakıma en ücrâ memleket köşelerinin taleplerinin merkeze aktarımında veyâ daha kavramsal olarak belirtecek olursak siyâsal katılımın sağlanmasında ,siyâsal partilerin birer aracı olarak çok mühim bir iş gördüğünü söyleyebiliriz. Ama madalyonun diğer yüzünde , aynı sürecin yasama işinin makro ölçekli siyâset belirlemesinin önünde büyük bir engele dönüştüğünü de görmek durumundayız. TBMM'de hangi partiden olursa olsun, parlamenterlerin günlük mesâisinin, “hemşehrilerinin” işlerinin tâkip edilmesi olduğunu biliyoruz. Hatırladığım kadarıyla, taleplerini vekillerine iletmek üzere TBMM'ne gelen ziyâretçi sayısı bir kaç bin mertebesindedir. Elbette bu, yerel meselelerin meclise taşınması demokratik temsiliyet ve siyâsal katılım açısından ilginç bir gösterge olarak düşünülebilir. Lâkin bu taleplerin kısm-ı âzâmı “şahsî” nitelikli işlerdir. Parlamenterlerin “off the record” konuşmalarında kimine iş, kimine hastahane, kimine de otel ayarlamakla geçen “masraflı” günlerin şikâyetlerini biliyoruz. Bunlardan biri bana, biraz da esprili bir şekilde “Ayşe'nin tavuğu, Hasan'ın horozu” ile uğraşmaktan iş yapamadığından yakınmıştı.



Görünen o ki, bu sistem içinde bir parlamenterin ilgi alanını genişletmesi, yerel ile merkez arasında kamusal değeri ve ağırlığı olan etkin bir aracılık geliştirmesi hayli zor gözüküyor. Zaman içinde esas işler savsaklanıyor . Savsaklama işi de daha çok kilitleme taktiği ve tekniğini kullanıyor. Mâhut komisyon çalışmalarının işleyişi bunu çok tipik olarak ortaya koyuyor. Tecrübî olarak biliyoruz ki, bir işi komisyona havâle etmek o işi başından atmak anlamına geliyor. Bir memleket meselesini meclise taşımak ve çözümü için müzâkereleri başlatarak sonuç almak deveyi iğne deliğinden geçirmek kadar zor bir iş. Parlamenter sistemin Türkiye'deki işleyişi dkkâte alındığında yürütme veyâ daha genel olarak siyâsal karar alma süreçleri tam bir baskı altında olduğu çok net gözüküyor. Bu aynı zamanda yasama ve yürütme arasındaki dengesizliği de ortaya koyuyor. Parlamenter sistemin güçlendirilmesini istemek, korkarım ki bir bakıma da bu etkinsiz , lümpen sistemin güçlendirilmesi anlamına geliyor.



Başkanlık Sistemi'ne geçiş tâlebinin, yürütmeyi yasamanın markajından çıkarmakla sıkı bir bağı var. AK Parti'nin getireceği teklifin ayrıntılarını önümüzdeki günlerde görecek ve tartışma fırsatı bulacağız….

#Parlamenter sistem
#Türkiye
#CHP
7 yıl önce
Parlamenter sistemi güçlendirme ne demektir?​
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti