|
Siyasetin dili

Hayli zamandır Türkiye'de siyâsal dilin sert, köşeli, basitlemeci ve tahripkâr bir mâhiyet kazandığından şikâyet ediyoruz. Bunun neden böyle olduğuna dâir tespitlerin de, en az şikâyet edilen durum kadar basitlemeci ve tahripkâr olduğunu düşünüyorum. Meselâ bâzıları, Türkiye'de “uygar” bir siyâsal geliştirmekte başarısız kalmamızın sebebini “Doğulu” ve “kaba” bir kültürün taşıyıcıları olmamıza bağlıyor. Bu genel tespite biraz da “sosyolojik” bir sos dökülüyor ve yeni orta sınıfların kültürel kabalığı, görgüsüzlüğü ekleniyor. Bâzıları da yeni orta sınıfların dindarlığının bunda daha fazla rol oynadığından dem vuruyor.



Siyâsal dilin ince, anlayışlı toleranslı bir dil olması gerektiğini savunmaya katılmaktan başka diyeceğim yok. Ama bu biraz da “wishful thinking” olarak adlandırılan bir değerlendirme. Târih ise niyetlerle yürümüyor. Meselelerimizi biraz da dünyâ ve târih bağlamına yıkıp düşünmekte fayda var.



Siyâset her ne kadar etik bir iddia olarak “medenileşmeyi” içerse de, pratikte medenî olmayan; hattâ siyâset-öncesi insanlık durumlarıyla kolaylıkla örtüşebiliyor. Şöyle de söyleyebiliriz: Siyâset-öncesi durumlar da siyâsallaşabiliyor. Eğer buradan bakarsak; bu kaymanın siyâsal dili örselemesi de -anlayışla karşılamasak da- son derecede anlaşılabilir bir durum hâline gelecektir.



Son çeyrek asırda siyâsal dilin cümle medenî kazanımlarını hızla kaybetmekte olduğunu görüyoruz. Merkez-çekirdek toplumlarda bunun çok sayıda emârelerini görebiliyoruz. 2000'li senelerin siyâsetçileri; meselâ 1970'lerin siyâsetçilerinden çok farklı bir tipi serimliyor. Bunun siyâsal-ideolojik veyâ siyasal-kültürel bölünmelerdeki karşılığı hayli çarpıcıdır. Meselâ Wallerstein'in çok yerinde olduğunu düşündüğüm tespitine bakacak olursak; 1980'lerden başlayarak, liberal öğretinin, diğer öğretileri massedici kapasitesini hızla kaybetmeye başladığını söyleyebiliriz. Bu bir siyâsal “inceltici” olarak liberâl işlevsizleşmenin sonuna gelindiği şeklinde görülebilir. Liberâl değerlerin hızla Yeni-Sağ'da massedilmesi 1980'lerden 1990'lara tamamlandı. Sol ile liberâlizmin eklemlenmesi; yâni Yeni-Sol'u vareden siyâsal-kültürel yapılanma ise bu işlevsizleşmenin başka bir yüzü olarak görülebilir.



Yine dünyâ bağlamını tâkip edecek olursak, siyâsal dilin kabalaşmasının -saldırganlık veyâ savunma düzeyinde olması durumu değiştirmez- sermâye târihinin krizleriyle bağlantılı olduğunu söyleyebiliyoruz. Geniş karşılığıyla 1945-1980 aralığında anaakım siyâsal dilin, 1950'lerde ABD'nin yaşadığı Mc Carthy'cilik gibi istisnâlar hâriçte tutulacak olursa; hele hele AB oluşumunun dinamikleri düşünüldüğünde insana güven veren hayli incelmiş bir dil olduğunu söyleyebiliriz. Sürecin zirve yaptığı Kopenhag Kriterleri , Maastricht belgeleri düşünüldüğünde daha da ileri gidileceğinden daha da emin olduğumuz kerteleri hatırlıyoruz. Kırılma noktası ise AB Anayasasının inşâsında yaşanan kilitlenmelerdir. Sonrasında ise düşüşün başlamış olduğunu görüyoruz. Târihsel zirve yapmalarla, krizleri ilişkilendirmek doğrusal bir bakışla sağlanamıyor. Aslında her zirve yapmaların, krizlerin derinleştiği aşamalardaki dalga kırılmalarının yarattığı yanılsamalar olabileceği daha sonra anlaşılıyor. Çoğu insanı da şaşırtan “Güzel Zaman”lar (Belle époque) izlenimi, târihsel eşleşmelerin birebir olmayan niteliğinden kaynaklanıyor. Meselâ burada istersek görebiliriz ki, esas örtüşme 1945-1970 arasıdır. 1980-2000'ler arası ise siyâsette doğrudan eşleşmeyen; daha derin bir krizin artığıdır. 1970'lerden başlayarak dipdalgaların yavaş, yavaş dönüştürdüğü bir dünyânın farkına, ancak 2000'li senelerde varıyoruz. Siyâsal dilin kabalaşması olarak açığa çıkıyor bu. Nasıl oldu da AB'de anaakım siyâsal dil özgürlükçü, çoğulcu karakterini bir çırpıda kaybedip “yabancı düşmanı” hislerin egemenliği altına girdi? Nasıl oldu da Trump gibi bir başkan adayı türedi? Nasıl oldu da Sarkozy'ler, Berlusconi'ler, Merkel'ler türedi? Nasıl oldu da, bunlar bile gelmekte olanların söylemleri düşünüldüğünde “ak kaşık” gibi kalabiliyor?



Sermâye târihi, kendi târihinin en derin krizlerinden birisini yaşıyor. Bu, 1970'lere kadar geri götürülebilecek bir derinlikte. Sorun bizzat “kriz”de odaklanmıyor. Çünkü zâten sermâye târihi bizzât krizlerin târihini içeriyor. Hattâ bu dünyânın bu kadar uzun ömürlü olmasını kendi krizleri içinde “pişmesine” bile bağlayabiliriz. Kondratieff kriz dalgalarının tespitleri de bunun anlaşılır olmasını sağlıyor. Ne var ki bu defa durum biraz farklı. Son yarım asırlık kriz, belli bir çevrimin içinde yaşanan A-B uçlu bir kriz değil; bizzât bir “çevrimin” yapısal ağırlıklı krizi. Eğer bunu dikkâte alırsak, siyâsal dilin kabalaşmasını, sürecin kendisi olarak değil sürecin içindeki bir fasıl olarak görebiliriz…….


#Siyaset
#ABD
#Mc Carthy
8 yıl önce
Siyasetin dili
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset