|
Süreci değerlendirmek (1)

Türkiye'nin atlattığı meş'um darbe tehlikesinden sonra düzlüğe çıkabilmesi, “içeriden” ve “dışarıdan” gelebilecek muhtemel “tsunamileri” karşılama kapasitesini göstermesine bağlı gözüküyor. Bu kapasitenin “iç” boyutu “toplumsal kutuplaşmanın” en aza indirilmesini gerektiriyor. Doğrusu ilk günlerde, bu yolda bazı endişelerim olduğunu dile getirmiştim. Ama Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde gerçekleşen liderler zirvesinden çıkan sonuç içimi bir hayli serinletti. Bunun medya ve sosyal medyayı da kapsaması zaman alacak görünüyor. Ama, içinde bulunduğumuz durum düşünüldüğünde, nihâî tahlilde olması gereken de budur.



Benim daha çok ilgilendiğim; sürecin dış bağlantıları. Bilindiği gibi Türkiye'de askerî darbeler târihi sıkı bir şekilde Atlantik güdümlüdür. Bugüne kadar Atlantik'ten icâzet almayan bu tarz hiçbir girişimin başarılı olamadığını biliyoruz. İşin mantığı ve dayandığı izlek, düz bir okumayla şöyle şekilleniyordu. Atlantik hegemonyası, zâten sıkı bir sermâye markajında tuttuğu dirâyetsiz siyâsal iktidarları önce bunaltıyor, ardında kaotik toplumsal senaryoları sahneye koyuyor; siyâsal iktidarların içine gömüldüğü blokun dışında bâzı alternatif arayışları içine girdikleri sırada da darbe mekanizmalarını harekete geçiriyordu. Bu aşamada, mevcut kaostan yılmış ve ağırlığı taşraya yaslanan kitleler de darbeye destek vermek zorunda bırakılıyordu. Daha düz bir okumayla söyleyecek olursak, Atlantik hegemonyasının Türkiye'ye biçtiği rol; “sürün ama ölme” kabilindendi.



1980'lerden başlayarak bu senaryoda bir değişim olduğu anlaşılıyor. Kenan Evren, kaos yılgını halkı yanında tutmak üzere, Kemalizm'i alabildiğine sağcılaştırarak, adına “Türk-İslâm” Sentezi denilen bir dinselleştirme siyâseti başlattı. Propagandalarla konformist bir yeni teb'a oluşturulmak istendi. Dikkât edilecek olursa, bugün karşı karşıya kaldığımız “kirli” ve “kanlı” yapı asla 12 Eylül'den şikâyetçi olmamış; tam tersine bu sâbık generallerden “dinî hayatı” destekledikleri için hep övgüyle söz etmiştir. Sızmaların buralardan başladığını artık görebiliyoruz. Diğer taraftan, özellikle de Soğuk Savaş'ın ardından Doğu Avrupa'da Atlantik hegemonyası tarafından oluşturulup parlatılan “sivil toplumcu” dalga Türkiye'ye de intikâl ettirilmiş, önceleri elbette ki iyi niyetle bu sızmaların akışkanlığını sağlayıcı dolaylı bir etki sağlamıştır. Bu dalganın klâsik sol ve sağ düşünceyi çözücü etkileri, “sivil toplumcu sol “ve “sivil toplumcu sağ” entelijensiya arasındaki ittifak üzerinden adam akıllı ele alınmayı hak ediyor.



Geleneksel elitin, bu sızmalara karşı reaksiyonunu toplumsalı çözerek değil, geleneksel söylemini sertleştirerek vermesi tabloyu ağırlaştırmıştır.



2002'de iktidâra gelen ve toplumsalı merkeze taşıyarak demokratik bir dönüşümün öznesi olan AK Parti iktidarını karşılaması da böyle köşeli bir okumanın ürünüdür. Bu “kirli” ve “kanlı” yapının sızmalarını kolaylaştıran etkilerden birisi de, “toplumsal dönüşümü külliyen bir sızma” olarak değerlendiren köşeli bakışın refleksleridir. (Cumhuriyet Mitingleri). Bu, AK Parti'yi savunmacı bir konuma itmiş; “kirli” ve “kanlı” yapıyı, en azından “secde kardeşliği” sadedinde sâhiplenici bir tutum almaya sevk etmiştir. Hâlbuki temelde AK Parti'nin dayandığı Millî Görüş ile Nurculuğun çarpık yorumuna dayanan bu “kirli” ve “kanlı” yapının arasında, siyâsal strateji itibârıyla-ilki açık ve meşrû siyâset, diğeri ise sinsi sızmalar üzeriden- çok büyük bir uçurum vardır. Sonuçta sap ile saman birbirine karışmıştır.



İlk kırılma noktası Irak Savaşı öncesinde reddedilen tezkeredir. Bu noktadan îtibâren Atlantik Hegemonyası AK Parti'den umduğunu bulamayacağını anlamış ve ondan kurtulmak üzere aşamalı hazırlıklara girişmiştir. Burada ordunun konumu kritiktir. Ordudaki tepkinin, her ne kadar AK Parti'ye karşıtlık düzeyinde kalmadığı, giderek koyulaşan bir Atlantik karşıtlığı üzerinden kendi beşinci kolu olan cemaati de hedeflediğini gördüler. Ordu karşıtı düzmece davâları tezgâhlayıp önce orduyu hizâya getirmek istediler. Bunda da hayli başarılı oldular.



İkinci ve daha dramatik kırılma noktası ise 2011 seçimleridir. Bu târihten başlayarak AK Parti kadroları, kendilerine aşırı taleplerle gelecek kadar cüretkârlaşan, kendisini de aşındıran bu sızmanın farkına varmış ve bâzı dirençler ortaya koymaya başlamıştır. Devâm edeceğiz…


#AK Parti
#Millî Görüş
#Türk-İslâm sentezi
8 yıl önce
Süreci değerlendirmek (1)
üç büyük şâir
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…