|
‘Büyük resme bakmak’ demişken

Geçtiğimiz hafta, sıcak Musul gündeminin de etkisiyle dikkatleri pek çekmeyen ilginç bir gelişme yaşandı. Suriye İstihbarat Şefi Ali Memluk, beş yıl aradan sonra ilk kez resmi olarak Mısır'ı ziyaret etti. Suriye ve Mısır basınına yansıyan haberlere göre, iki ülke istihbarat servisleri arasında en üst düzeyde görüşmeler gerçekleştirildi, fikir alışverişleri yapıldı. Şam'dan gelen açıklamadaysa, Ali Memluk'un Mısırlı yetkililerle Kahire'de daha önce de “birçok defa” bir araya geldiği özenle vurgulandı.



Abdulfettah Sisi yönetiminin Suriye rejimiyle böyle 'göstere göstere' temas kurması, her şeyden önce, 2013'teki askeri darbenin en büyük destekçisi ve finansörü Suudi Arabistan'la Kahire arasında derin bir görüş ayrılığı bulunduğuna işaret ediyor. Muhammed Mursi'nin kısa iktidarındaki istisnayı saymazsak, Suriye konusunda hep çekimser durmayı tercih eden ancak Riyad'ı kızdırmamak için sessiz kalan Mısır, şimdi kartlarını açıktan oynuyor.



Ali Memluk'un ziyareti, Kahire'nin Suriye kriziyle ilgili olarak aynı ay içerisinde attığı ikinci kritik adım oldu. 7 Ekim'de BM Güvenlik Konseyi'ne Rusya tarafından sunulan Suriye tasarısına Mısır'ın 'evet' oyu vermesi, Suudi Arabistan'ı hayal kırıklığına uğratan bir başka gelişmeydi. Hatta iki ülkenin BM büyükelçileri, oylamanın ardından açıktan açığa polemiğe girerek, başkentlerinin duruşlarını savunmuşlardı.



Tam da bunun üzerine, Suudi Arabistan'ın Mısır'a petrol sevkiyatını durdurduğu haberi geldi. Aramco'nun Kahire'yi sözlü olarak bilgilendirmesiyle ortaya çıkan karar, Suudi Arabistan'ın beş yıl boyunca Mısır'a sağlamayı taahhüt ettiği aylık 700 bin ton rafine petrol ürününü artık göndermeyeceği anlamına geliyordu. 23 milyar dolarlık anlaşmanın iptali Suudilerce yarım ağızla yalanlanırken, Mısır basını Rusya'yla yapılan ticari anlaşmalarla ilgili haberleri hızlı bir şekilde kamuoyuna servis etmeye başladı.



«««



Peki, tüm bunlara bakıp Mısır'la Suudi Arabistan ittifakının artık sona erdiğini, Rusya'nın -tıpkı Cemal Abdunnâsır dönemindeki gibi- Kahire'yi etkisi altına aldığını ve Ortadoğu'da yeni bir stratejik flörtün başladığını söylemek mümkün mü?



Henüz değil. Bölgeyi değerlendirirken yapılacak en büyük hatalardan biri, beklenmedik gelişmeleri fazlaca genelleyip meseleleri kendi bağlamlarından çıkarmak olacaktır. 'Büyük resme bakmak' deyiminin asıl manası, coğrafyadaki her şeyi yerli yerine koymaktır.



Mısır'la Suudi Arabistan arasında bazı ihtilafların olduğu doğru. Ancak iki taraf da kendi güçlü ve güçsüz taraflarının gayet farkında. Mısır, Suudi Arabistan'ın Araplar üzerindeki etkisini çok iyi idrak ettiği gibi; Suudi Arabistan da Mısır'ı kaybetmenin kendisine nelere mal olacağını derinlemesine biliyor.



Şu anda olan-bitenden anlaşılan en net sonuç şu: Arap dünyasıyla ilişkilerinde Suudi Arabistan'ın siyasi ve ekonomik vesayetinden artık kurtulmak isteyen Mısır, kendi seçenek ve tercihlerini çeşitlendirmeye çalışıyor. Suudiler de Sisi'ye yaptıkları yatırımın büyük zarar ettiğini görmüş olmalarına rağmen, Mısır şartlarında daha iyi bir seçeneklerinin olmadığı kanaatinde. Dolayısıyla her iki taraf da, bazı memnuniyetsizliklerle birlikte, ilişkileri sürdürmeyi tercih ediyor.



Aynı şey, Körfez'in diğer ülkeleri için de söylenebilir. Özellikle Birleşik Arap Emirlikleri'nin Sisi yönetimiyle çok derin bağlantılarının olduğu biliniyor. Libya'da ortak operasyonlara girişen, zaman zaman Türkiye düşmanlığında yardımlaşan, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı'na karşı aldıkları ortak karşı tavırla dikkat çeken iki ülke, şu anda, iki yıl öncesine göre çok daha az konuda anlaşabiliyor. Ama ortaklıkları ve ittifakları da sona ermiş değil.



***



Arap dünyası, şu anda yakın tarihin en önemli ve hayati tehlikeleriyle karşı karşıya. Coğrafyayı her tarafından kemiren mezhepçi ve ayrılıkçı akımlar, İran'ın Arap Yarımadası'nı dört bir yandan kuşatma hamleleri, ABD ve diğer Batılı ülkelerin ikircikli tavırları, bölgenin çeşitli ülkelerinde devam eden çatışma ve iç savaşlar… Bütün bu unsurlar, Arap dünyasının karar alıcı başkentlerini (Kahire ve Riyad) ciddi kafa karışıklıklarına ve siyasi yalpalanmalara sürüklüyor. İlave olarak, Amerikan başkanlık seçimlerinin ardından -hangi aday kazanırsa kazansın- uluslararası arenadaki kaosun ve başıboşluğun daha da büyüyeceğine dair korku ve endişeler de artıyor.



Böyle bir siyasi ve jeopolitik vasatta, bölgesel yakınlaşma ve uzaklaşmaların, yeni işbirliği denemelerinin ve farklı seçeneklere kafa yormanın gayet doğal karşılanması gerekir. Hiçbir ülkenin kendi konum ve kazanımlarından emin olamadığı, kimsenin kimseye tam anlamıyla güvenemediği bir süreçten geçerken, hasbelkader kurulan ittifakların hiç sarsılmadan yıllarca aynı şekilde devam etmesini beklemek de gerçekçi değil.



Bu karmaşa ve sarsıntılar içinde, Türkiye ile Suudi Arabistan'ın son yıllarda gittikçe derinleşen ve 'stratejik ortaklık' düzeyine ilerleyen ilişkileri ise müstakil bir yazının konusu olmayı hak ediyor.




#Mısır
#Arap dünyası
#Musul
7 yıl önce
‘Büyük resme bakmak’ demişken
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset