|
Nafile çabalar

Geçtiğimiz çarşamba günü bu köşede, Katar’la komşuları arasındaki diplomatik ve siyasi krizi okumuştunuz. Ortadoğu’da normalde gündemler çok hızlı değişmesine rağmen, Katar merkezli gerilim, ilginç bir şekilde derinleşerek sürüyor. Körfez dışından desteklerle ve denkleme Türkiye de dâhil edilerek üstelik.


Katar Emiri Temîm bin Hamad’a isnat edilen İran’la ilgili bir açıklamayla patlak veren kriz, ikinci haftasında artık Doha yönetimini Körfez’den tamamen tecrit noktasına varmış bulunuyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır basını Katar’a saldırılarını artırarak devam ettirirken, İsrail de tartışmaya katıldı.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’ya yakın isimlerden Yoni Ben Benachem, Kudüs Enstitüsü’nde hafta içi yaptığı bir değerlendirmede, Katar’ı “Müslüman Kardeşler (İhvân) ve Hamas terörü”ne destek vermekle suçladı. Ben Menachem’in en dikkat çekici iddiası, Katar’ın yanına İran ve Türkiye’yi de alarak, Ortadoğu’da yeni bir “mihver” oluşturduğuydu.

ABD’nin etkin dış politika yayınlarından Foreign Policy dergisinde John Hannah imzasıyla yer alan bir makalede de, Katar, ABD’nin Ortadoğu’da attığı adımların altını oymakla itham edilerek, Doha yönetimi “ikiyüzlülükle” suçlandı. Amerika’nın Körfez’deki en önemli askeri üslerinden birinin [el Udeyd] Katar’da bulunduğunu ve Amerikan savaş uçaklarının birçok hava saldırısı için buradan havalandığını hatırlatan Hannah, “Ancak Katar, ABD ile bu yakın işbirliği görüntüsüne rağmen, hemen arkasından El Cezire televizyonunda yayınlanan ceset görüntüleriyle ABD’nin imajını darmadağın ediyor” dedi.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’de İngilizce olarak yayımlanan The National gazetesindeki bir yorumda ise, Katar ve Türkiye, Ortadoğu’daki İslâmcı-aşırı hareketlere yatırım yapan iki ülke olarak sunuldu. Hassan Hassan imzalı yorum, Katar’ın Körfez’de komşuları tarafından tecrit edilmesinin ana sebebinin “aşırılıklara verdiği destek ve medya yoluyla bunu yayması” olduğunu vurguladı.

Krizin başlangıç sebebi ve görünürdeki gerekçesi Katar’ın İran’a müsamahakâr yaklaşımı gibi sunulsa da, olayların gelişiminin ortaya çıkardığı sonuç şu: Körfez Arapları ve onları destekleyen ülkeler, Katar’ın “İslâmcı” hareketlere desteğinin tamamen sona ermesine, Doha yönetiminin bölgesel bütün iddialarından vazgeçmesine ve elindeki medya gücünü etkisizleştirmesine çalışıyor. Arada Türkiye’nin imajına da darbe vurabilirlerse, ne âlâ. Bölgedeki birçok başkentte, harekete geçme motivasyonu tamamen bu.

***

Suudi Arabistan dışarıda tutulursa, Katar karşıtı cephe içinde İran’la ilişkiye geçmeyen ülke yok gibi. Mısır, Suriye meselesinde Riyad’la kapışmayı göze alarak İran’dan yana saf tuttu çoktan. Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin, “Suriye resmi ordusu güçlendirilmeli, ona zarar verilmemeli” mealindeki açıklaması hâlâ zihinlerde. Birleşik Arap Emirlikleri’nin, İran’ın özellikle finansal operasyonlarını yürüttüğü ana merkezlerden biri olduğu biliniyor. İki ülke arasındaki ada krizine rağmen (Körfez’deki üç küçük adada, egemenlik ve sınır tartışmaları yaşanıyor), Emirlikler de İran da birbirinden vazgeçebilmiş değil. Umman, zaten başından beri hep İran’la yakın durdu, arayı hiç açmadı; keza Kuveyt de öyle.

Bu açıdan bakıldığında, Katar gerilimi çerçevesinde Körfez’de oluşan yeni dengenin işaret ettiği bir başka gerçek de şu: Suudi Arabistan artık Arap dünyasının “dominant gücü” olarak algılanmıyor. Riyad’ı göstermelik şekilde memnun etme yoluna giden Araplar, bölgesel ve uluslararası birçok meselede kendi gündemlerini takip ediyor. Katar meselesinde ortak bir paydada buluşulmuş olması, Suudi Arabistan’ın gücünün giderek zayıflamasıyla, Riyad’ın onlara tabi olmaya başladığını da gösteriyor ayrıca.

Kral Selman’la birlikte “kurucu kralın çocukları” artık yönetimden çekilince, Suudi Arabistan tahtına üçüncü kuşak geçmeye başlayacak. Bu süreçte, bazı siyasi gözlemcilerin tahmin ettiği gibi Prens Muhammed bin Nayif’le Prens Muhammed bin Selman arasında bir taht kavgası çıkarsa, Riyad hepten topallayacak demektir. Böyle bir durumun Araplar arası hiyerarşik ilişkilere etkisi, zannedilenden çok daha geniş çaplı olacaktır.

***

Hepsini aynı sepete doldurarak “İslâmcı” hareketlerin çöpe atılabileceği düşüncesi, her yönden büyük bir yanılgı. Toplumsal tabanı olan hiçbir oluşum tamamen yok edilemeyeceği gibi, “İslâmi siyaset” kaygısı da bu topraklarda hep var olacak. Sadece Sünnî çevrelerde değil, Şia içinde de bu iddia ile ortaya çıkan hareketler daima destek görecek. Tarih boyunca olduğu gibi.

Ortadoğu’nun yakın tarihi, kitlelerin arayış içinde olduğunu, dönem dönem belli anlayışların öne çıktığını, bazı hareketler yükselirken bazılarının düşüşe geçtiğini, ama bir ihtiyacın hiç yok olmadığını ispat ediyor bize: Onurlu yaşamak. Bu damarı, siyasi oyunlarla ya da derme-çatma ittifaklarla kurutabilmek mümkün değil.

Geleceğin tarihçileri, bugün yaşananları kaleme alırken, bazı ülkelerin suyun akışını değiştirmek için nafile çabalara girişerek hem kendilerine hem de İslâm coğrafyasına nasıl vakit kaybettirdiğini uzun uzun anlatacak.

#Ortadoğu
#İslamcı
#Suudi Arabistan
7 yıl önce
Nafile çabalar
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset