|
Din, medeniyet ve mûsikî - II

islâm medeniyetinin mûsikîsi, Allah’ın yarattığı zengin ses cevherini korur ve her sesin tıpkı bir kişi gibi hakkını verir. İslâm mûsikîsinde sesler, tıpkı bir mü’min birey gibi hürdür ve kendini ifade eder. Çünkü Hürriyet, Allah’ın insana sunduğu bir değerdir. Bir rast sesi kendini rast sesi olarak ifade eder. (Batı müziğinin dikey yani vertikal yapısı içinde sesler bazı uyumluluk/armoni kuralları ile birbirine bağlı olduğundan, hür değildir).

İslâm medeniyetinin makamsal karakterli ve mikro sesleri de hakkını vererek kullanan mûsikîsi, yani makamları, dairevî hareket eder. Horizontaldir… yani yataydır ve bu yataylık ona aynı zamanda dairevî bir hareket kazandırır. Bu dairevî harekette makam bir durak sesinden başlar, güçlü sesine ulaşır, güçlüden tiz durağa doğru yükselir, ses tizleşir. Burada bir miktar kaldıktan sonra tekrar güçlüye ve oradan da başladığı durak sesine döner. Meselâ Osmanlı/İslâm medeniyet mûsikîsinde bu sese durak denir. Başlangıç sesi… makamın ana kaynağı. Ben bu sese nâçizâne “mebde” de diyorum… Makam durak sesinden yani mebde’den başlar ve adeta bir dâirevî hareket çizerek yine durak sesine yani mebde’ye döner. Makamın ve Osmanlı/İslâm mûsikîsinin bu dairevî hareketi, Kur’an-ı Kerîm’deki “İnnâ Lillâhi ve İnnâ İleyhi Râciûn” (yani “Şüphesiz Allah’tanız ve şüphesiz dönüş O’nadır”) ayetinin mûsikîdeki yansımasıdır. Mûsikîmizdeki makam hareketi, -bence- işte böyle, Kur’an’ı yansıtmaktadır… yani medeniyet toprağının beslendiği kaynağı.

Diğer yandan, toprağın beslendiği kaynak, hakikatten uzak veya hakikatin tahrif edilmiş hâliyse eğer, ortaya çıkardığı veya yetiştirdiği ürünler de hakikatten uzak ve ondan izler taşımayan ürünler olur. Şöyle bir misal ile genişletmek istiyorum: Meselâ bugünlerde GDO’lu yani “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” adı verilen ürün çeşitleri var. Hepinizin bildiği gibi bu “genetiği değiştirilmiş organizmalar”, toprağa atılan ve tabii olmayan kimyasalların toprağa karışması sonucu elde edilmektedir ve insan sağlığına uygun olmayan ürünlerdir. Bu ürünler, toprağa karışan kimyasal katkı maddelerinin değiştirilmiş genetik özelliklerini taşırlar. Genetiği ile oynanmış ve değiştirilmiş bir domatesi yediğimiz zaman asla tabii bir domates yemiş olmayız. Bu GDO’lu, hormonlu (muharref) din ve kitapların karıştığı toprakları incelersek, tabiiliklerinin ve fıtrîliklerinin de bozulmuş olduğunu görürüz. Nitekim, bu karışımın gerçekleştiği “toprak” örneği olarak insan ve bu insanın (yani toprağın) ortaya koyduğu ürünlerde yansıdığını görebiliriz. Yani üretilen inanç ve değerler sistemi ile buna bağlı olarak bilgi ve sanat da bu karışımı ortaya koymaktadır. Meselâ kilise, M.S. 4. yüzyılda siyasî otorite ile uzlaşmak ve kutsalın muhteviyat ve anlamını değiştirmek suretiyle yeni bir din (religion) tesis etmiş, bu tesis ettiği yeni dine yani religiona uygun olarak kendisi bir “tanrı” yaratmıştır. Ve bu yeni din ile birlikte kendi yarattığı yeni tanrıyı da müziği kullanarak insanlara duyurma ve anlatma yoluna gitmiştir ki, MS 4. yüzyılda yaşamış ve İznik Konseyi’nde de bulunmuş olan müzisyen din adamı Aziz Ambrossius ilâhileri, bu maksatla bestelenmiş ve bütün hıristiyan kiliselerine dağıtılıp okutulmuş ilâhîlerdir. Ayrıca yeni ve muharref kutsala (religion) dayalı Hıristiyanlık, müziği de tıpkı kutsalı tahrif ettiği gibi tahrif etmiştir. Bu tahrifatı, tabiatta varolan bizim mûsikî kültüründe “koma sesler” olarak adlandırdığımız “koma” sesleri atarak, bugünkü tampere sistem adı verilen sesleri ve sistemi ortaya çıkarmıştır. Tapmere sistemin bir majör dizisini ve bir majör dizinin altıncı derece sesinden elde edilen minör yapıyı analiz ettiğimiz zaman, bu yapı ve dizilerin bir, üç ve beşinci derece seslerinin, yani sadece üç sesin bu yapıyı karakterize ettiğini görebiliriz. Ben bu üç sesin, hıristiyanlıktaki teslis doktrinine uyduğunu, hatta mikro (koma) seslerin, teslis doktrinini bir diziye doğrulatabilmek için atılmış ve böylece tampere sistemin ortaya çıkarılmış olabileceğini düşünüyorum. Bu üç ses, yani majör veya minör yapının temel üç sesi, bana göre “baba-oğul- ruhu’l-kuds” triosunu yani üçlemesini ortaya koymaktadır fakat tabii ve fıtrî değildir. Eğer hıristiyanlık, tabiatta mevcud bulunan mikro sesleri, yani koma sesleri atıp ses cevherini kendi dînî doktrinlerine indirgemeseydi, bu üçlemeyi asla elde edemezdi. Dolayısıyla yeni dînî öğreti olan hıristiyanlığın yeni müziği de, tabii ve fıtrî olandan uzak, hatta ses cevherinin indirgenerek tabii ve fıtrî olanın bozulduğu bir müziktir, az önce bahsettiğim genetiği değiştirilmiş organizmadır ve “religion”ı anlatmaktadır. Bu bakımdan, Hıristiyanlık ve başka uyduruk inançlardaki sıralama ve ilişkiyi şöyle yapmayı uygun buluyorum:

1. Religion (Hıristiyanlık veya başka uyduruk inançlar)

2. Civilization (Bu religion’ın beslediği toprak yani insan ve asla medeniyet karşılığı değil)

3. Music (tabiiliğinden uzaklaştırılmış ve teslise uydurulabilmek için tabiattaki mikro seslerin atılması suretiyle elde edilen seslerden üretilen)

Religion yani muharref kutsal yani genetiği bozulmuş organizma, civilization yani bu religionîn beslediği toprak ve bu genetiği değiştirilmiş religionun karıştığı toprak olarak civilizationun müziği. Bu sıralamanın ortaya çıkardığı müzik örneği: “Gott ist mein König”… Johann Sebastian Bach’ın kantatasında dediği gibi; “Tanrı benim Kralımdır” !. Bu tanrı, Kilise ve siyasetin birlikte yarattığı tanrıdır… Allah (Celle Celâluhu) değil.

İslâmiyet’teki sıralama ise;

1. Din (ve kaynağı, asla değiştirilememiş olan Kur’ân-ı Kerîm)

2. Medeniyye (Değiştirilememiş olan ve Allah’ın “biz indirdik biz koruyacağız” buyurduğu Kur’an-ı Kerim’in karışıp harmanladığı toprak yani insan)

3. Mûsikî (bu korunmuş kutsalın karışıp harmanladığı toprağın ürünü)

Aradaki fark çok büyük…

#Din
#Medeniyet
#Musuki
6 yıl önce
Din, medeniyet ve mûsikî - II
‘1 gün savaşı’…
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...