|
İslâm dünyasının olağanüstü nağme, çalgı ve nazariyat zenginliği

Daha önceki yazılarımdan birinde, İslâm dünyasının oldukça heyecan verici ve eşsiz bir müzik düşüncesine sahib olduğundan bahsetmiştim. Öyle ki, bu müzik düşüncesi, kadîm müzik bilgi ve düşüncelerinden beslenmiş köklü bir müzik düşüncesidir.



İslâm dünyasının bu zengin müzik kültürü Arap, Acem ve Türk olmak üzere üç önemli ayak üzerine oturmaktadır. Ancak İslâmiyet'i kabul ettikten sonra Müslümanların fetihlerle topraklarını genişletmeleri neticesinde Asya'nın ve Afrika'nın farklı kültürleri ile tanışması, birbirinden değişik, zengin ve yeni müzik türlerinin de İslâm kültür coğrafyasına girmesini sağlamıştır. Bu müzik türleri le beraber, bu türlerin felsefî mânâdaki derinlikli bilgileri de girmiştir. Meselâ Konfüçyanizm'in müziğe yüklediği mânâ ve Çin pentatonizmine getirdiği izahlar gibi. İslâm dünyasının bu zengin müzik kültürü, bence Osmanlı ile kemâl seviyesine çıkmıştır.



Özellikle Halîfe Me'mun döneminde kurulan “Beytu'l-Hikme (Hikmet Evi)” ve burada gerçekleştirilen tercüme faaliyetleri sonucunda Grekçe, Süryanice, İbrânîce, Sanskritçe ve Pehvelîce yazılmış kaynaklardan başka kültür ve medeniyetlere ait bilgi birikimi ve antik medeniyetlere ait bilimlere dâir bilgilerin Arapça'ya aktarılması ile birlikte eski müzik düşünceleri de öğrenilmiştir. Tam o dönemlerde Grek-Helenistik mirasın İskenderiye üzerinden girmesi İslâm düşünürlerinin ufkunu açmıştır. Ufku açılan bu düşünürlerin ilgi ve düşünce malzemelerinden biri de müzik idi. El-Kindî gibi, Fârâbî gibi, İbn Sînâ gibi filozoflarda, İhvân-ı Safâ gibi düşünce topluluklarında bunu görebilmek mümkündür ki her birinin müzik hakkında yazılmış çok önemli eserleri bulunmaktadır.



İslâm kültür coğrafyasının müziği, bu bakımdan sadece bir oyun ve eğlence değildir. Evet, müziği oyun ve eğlence gibi kullanan Müslümanlar bugün olduğu gibi geçmişte de var olmuştur, bu başka bir şeydir ama İslâm coğrafyasının en uç noktalarından merkezine kadar hemen her yerde müziğe çok derin mânâlar yüklenmiştir. Müzik, hikmet ehlinin işi ve hikmete dâir fen'den kabul edilmiştir, ayrıca yüksek ilimlerdendir. Tasavvuf ehlinin müziğe yüklediği mânâlar çok daha etkileyicidir.



Müzik ve çalgı bazı kimseler tarafından haram kabul edilmiştir. Ancak buna rağmen İslâm kültür coğrafyasında üretilmiş eşsiz bir müzik ve çalgı çeşitliliği ve olağanüstü zenginliği vardır. Son beş yılımı bu alana, özellikle dünya müziklerine teksif ettiğim ve bununla ilgili TRT İstanbul Radyosu'nda bir program da yaptığım için biraz rahat yazıyorum ama dünyanın en doğusundan en batısına, en kuzeyinden en güneyine, Asya'nın içlerinden Afrika'nın içlerine, Anadolu'ya, Balkanlar'a, Mezopotamya'ya, Azerbaycan'a… Arap diyarından Türk ve Fars diyarına, Azerisine, Hindlisine, Çinlisine… Müslümanların yaşadığı her yerde muazzam, eşi benzeri olmayan bir nağme ve enstruman çeşitliliği, zenginliği var. Müslüman'ın ayak izinin olduğu her yerden müzik, müzik bilgisi, nağme ve çalgı anlamında adeta bereket fışkırmış. Bakmayın, batı kendi propagandasını fazlaca yaptığı ve biz de bu propagandaya inanıp kendimizi fazlaca kaptırdığımız ve ezik hissettiğimiz için farkında değiliz ama dünyanın en büyük saz ustaları ve besteciler Müslümanlar arasından çıkmıştır. İşin ilginç bir başka yanı, bütün bu saz ustalarının her birinin kendi tarzını oluşturmuş kimseler olmasıdır. (Bilen bilir, bestecilikte ve saz icrâcılığında kendi tarzını oluşturmak önemli bir ayrıcalıktır). Sadece Ud ustası Ziryab'ı yazarak başlasak, sözün ve yazının herhalde sonunu getiremeyiz. En büyük besteciler, en önemli müzik nazariyatçıları İslâm dünyasından çıkmıştır. Hatırlatmak isterim, batılılar teknik ve teorik mânâda ilk esaslı müzik nazariyatı kitaplarını onaltıncı yüzyıldan sonra yazmaya başlamışlardır ki İtalyan Zarlino bunlardan biriydi. İslâm dünyası onaltıncı yüzyıla geldiğinde muazzam bir müzik külliyatı oluşturmuştu. İnsan bütün bunları gördükçe “müzik haramdır” diyenleri kimsenin takmadığını anlıyor. Ya da “iyi ki 'müzik haramdır' denilmiş, bir de denilmeseydi acaba ne olurdu” diye düşünüyorsunuz. Aslında İslâm müzisyeni bazı istisnâlar dışında, ne yapması gerektiğinin şuurunda olmuştur. Sınırlarını ve haddini, neyin haram neyin helâl olduğunu iyi bilmiştir ve bu şuur neticesinde ortaya muazzam bir müzik, müzik bilgisi/nazariyatı, düşüncesi, nağme ve çalgı zenginliği çıkmıştır.



Çünkü mûsikî, insana Allah'ın bir lütfudur, mûsikî yapmak fitrî bir duygu ve eylemdir, onu mesnedsiz birtakım iddialarla yasaklayıp engellemek mümkün değildir. Çünkü mûsikî, Ruzbahan Baqlî'nin dediği gibi “Esrâr-ı Rabbânî'nin uyarıcısı”dır. Kâinatın ve bu uçsuz bucaksız kâinattaki bütün varlıkların âhenginin bir yansımasıdır.


#TRT İstanbul Radyosu
#Beytu'l-Hikme
#Fârâbî
7 yıl önce
İslâm dünyasının olağanüstü nağme, çalgı ve nazariyat zenginliği
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı