|
Osmanlı mûsikîsinin kadîm kökleri

Türk müziği, sadece bir milletin müziği değildir. Rauf Yekta Bey'in yanlış adlandırmasının kurbanı olmuş ve mâzîsi kadîm medeniyetlere kadar uzanan, Hz. Davud, Hermes (İdris Peygamber) ve Pythagoras'a kadar giden muazzam bir müzik kültüründen söz ediyoruz. Bugün Türk müziği adı verilen müzik, böylesine kadîm bir müzik bilgi ve kültürünün uzantısıdır. Bu kadîm müzik bilgisinin, belli bir döneme kadar Batı müziğini de etkilediğini söylememiz gerçek dışı olmayacaktır. Ancak bu etki, MS. yaklaşık 6. yüzyıla kadar süren bir etkidir ve Aziz Boethius'un müzik teorilerindeki Pythagorien yansımalardan bu etkiyi anlayabilmekteyiz. Aziz Boethius müziği üç aşamaya ayırır. Birinci aşama “Musica Instrumantalis”, ikinci aşama “Musica Humana” ve üçüncü aşama da “Musica Mundana”dır. Musica Mundana, gezegenlerin müziğidir ve sadece entelektüellerin, bilgi ve hikmet sahibi kimselerin anlayıp yapabilecekleri bir müziktir. Musica Mundana yaklaşımı, tipik bir Pythagoras düşüncesidir ve Aziz Boethius'un da kadîm müzik kültürü ile epey yakında ilgilendiğini, hatta Pythagoras'ın müzik düşüncesine de vâkıf olduğunu buradan anlamamız mümkündür. Şunu da rahatlıkla ileri sürebiliriz ki zaten Pythagoras'ın sahip olduğu, geliştirdiği bu müzik düşüncesinin temelleri, onun yetiştiği Mısır'daki Memphis Mabedi'nde öğretilen ve bu mabedin kurucusu Hermes (İslâm düşünürlerine göre Hz. İdris) öğretisine dayanmaktadır. Hermes'in, kâinatın Allah tarafından bestelenmiş bir müzik eseri ve bütün yaratılmışların da -adeta- bu besteyi icrâ eden birer enstruman olduğu fikri ilginçtir ve müziğe getirdiği bu kozmik açılımı, Pythagoras'ta da görebiliriz. Sonuç itibariyle kadîm müzik bilgisi ve bütün müzik alanı aslında hikmet sahibi (hakîm) insanların işidir ve bu kadîm müzik yaklaşımı, MS 6. yüzyıla kadar Aziz Boethius üzerinden Hıristiyan dünyasına da bir ölçüde girmiştir. Ancak bu kadîm müzik bilgisi, Hıristiyanlık tarihi boyunca belki de Hıristiyan dünyanın sahip olduğu ve olabileceği en üst düzey ve entelektüel kalitesi de hayli yukarıda olan Aziz Boethius'un hazin ve trajik sonu ile nihayete ermiştir. Bu kadîm müzik bilgi ve teorisi, doğuda Arap teorisyenleri üzerinden ve daha sonra da tasavvuf ehlinin katkılarıyla Osmanlı müziğine dahil olmuştur. Meselâ Hz. Mevlânâ'nın, “Hakîmler (hikmet sahipleri/feylesoflar) derler ki, ''biz mûsikî nağmelerini feleklerin dönüşünden aldık” şeklindeki sözü, bu müzik düşüncesinin Hermes (Hz. İdris) ve Pythagoras'a kadar uzanan bir müzik düşüncesi olduğunu göstermesi bakımından yeterli bir örnektir sanırım. Öte yandan yine Hz. Mevlânâ'nın; “Padişahın rebâb çalmaktaki maksadı, hitâb-ı ilâhîye olan iştiyâkîndendir (özleminden)” şeklindeki beyti de, Cüneyd-i Bağdâdî'nin, mûsikînin Elest Bezmi'nde Allah'ın “Elestu bi Rabbikum ?” şeklindeki hitâb-ı ilâhîsine dayandığı şeklindeki düşüncesini andırmaktadır. İslâm tasavvuf ehline göre mûsikî sanatı ve ilmi, bezm-i elest'e kadar uzanır.



Osmanlı mûsikîsinin tasavvufî ve felsefî (hikmete dâir) bilgi ile donandığını ve geliştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesnevî'nin ilk onsekiz beytinin Ney ile başlaması, Ney ve insân-ı kâmil sembolizmi, bize mûsikînin sağlam bir tasavvufî temele oturduğunu göstermektedir. Ama bunun yanında İslâm feylezoflarının düşüncelerine baktığımız zaman da mûsikîye özel bir önem atfedildiğini görmekteyiz. Bedri Dilşad'ın 15. yüzyılda “Muradnâme” başlıklı eserinde mûsikî hakkında “Bil evvel ki bu (mûsikî) ilm-i İdrîs'dür / Açık sözü sanma ki telbisdür” mısralarıyla başlayan şiiri, Osmanlı düşünce dünyasının mûsikîye olan bakış ve yaklaşımını da yeterince ortaya koymaktadır.



Bedri Dilşad'ın bu mısralarından, kadîm mûsikî bilgi ve birkiminin Osmanlı'ya da aşağı yukarı aynı şekilde intikal etmiş ve “İlm-i şerîf-i mûsikî” diye vasıflandırılarak mûsikîye verilen önemin böylece ortaya konulmuş olduğunu anlıyoruz. Bu bilgilerden hareketle Osmanlı mûsikîsinin, kadîm mûsikî bilgi ve birikiminin devamı olduğunu da söyleyebiliriz.



Sözü, onyedinci yüzyıl Osmanlı şâiri Nâbî'nin mûsikî hakkındaki şu dörtlüğü ile bitirelim ( mûsikî hakkındaki bu dörtlük, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'ne de atfedilmektedir):



“Mûsikî hikmete dâir fendir



Bilene bilmeyene rûşendir



Nice esrârı var idrâk idecek



Yer gelür sîneleri çâk idecek”



100 Şarkıda Memleket Tarihi


Ağaçkakan Yayınları, “Hazır Bilgi Serisi” başlığı altında, birkaç gün önce müzikbilimcilerin ilgisini çekebilecek bir kitap yayınladı: “100 Şarkıda Memleket Tarihi”. Kitabın yazarı Murat Meriç, Türkiye'nin yakın tarihini,yüz şarkı üzerinden okuyup anlatıyor. Dikkat çekici bir çalışma. Okuyucularımın bir göz atmalarını tavsiye ederim.
#Türk müziği
#Osmanlı mûsikîsi
#Bedri Dilşad
8 yıl önce
Osmanlı mûsikîsinin kadîm kökleri
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi