|
Son moda sâzendelerin dayanılmaz hafifliği...

Ben yirmi-yirmibeş yaşından sonra acaba bir enstrüman öğrenip konser verebilir miyim?" diye düşünüp sakın karamsarlığa kapılmayın ! Türk müziği enstrümanlarını kısa sürede öğrenebilir hatta son yıllarda moda hâline gelen bir davranış biçimiyle bir topluluğa angaje olup sahnelere çıkabilir, ya da sağda solda sıradan işler yapan birçok kültür merkezinde solo konserler bile verebilirsiniz. Eğer size hocalık yapan kişinin piyasada biraz tanınmışlığı varsa, bunun sayesinde birtakım mekteplere girebilir, kısa sürede önemli görünen işler yapabilir, kendinizi sempozyumlara davet ettirebilir, konserler verebilir, takdim edildiğinizde sanki yıllarca o sazı çalan bir virtüoz gibi "mütebessim" pozlar da verebilirsiniz... bütün bunlar mümkün. Neden, çünkü yanında bulunduğunuz veya sizi yetiştirdiğinizi zannettiğiniz hocanız da "hâmili kart yâkînimdir" şeklindeki yazışmalarla bir yerlere gelebilmişlerdir. Böylelerini tanıdığım ve izledikleri yolu ve izleme biçiminlerini gayet iyi bildiğim için birkaç örnekten hareketle bunları yazıyorum.

Türk müziği sazlarını öğrenmek gerçekten kolaydır (Ama sâzının inceliklerine tam olarak vâkıf olmak, sazın hakkını vermek, Tanbûrî Cemil Bey gibi sazın mâkûs talihini değiştirip tarihe geçecek kadar üst düzey bir sâzende olmak elbette zordur). Eğer düzenli olarak her gün bir veya iki saat çalışırsanız, bir veya iki yıl hadi bilemediniz üç yıl gibi kısa bir süre içinde kendinizi câhiller takımına "kısa sürede inkişâf etmiş bir yetenek" olarak yutturabilirsiniz. Size, bunu başarabileceğiniz sazlardan birini söyleyeyim meselâ: Kânun! Bu niyetiniz için çok uygun bir enstrümandır. (Bu, asla yıllarca emek verdiğim ve merhum hocam Fikret Kutluğ"un hocalığı sayesinde öğrendiğim kendi sazımı küçümsemek değildir). Tellerine dokunduğunuz zaman ses çıkarır. Hatta evde iyi pirinç ayıklıyorsanız, bu sazı daha kısa sürede öğrenebilirsiniz. Hele bir de yükselmeyi kafaya koymuşsanız ve dilinizin yalan söylemek gibi başka bir kabiliyeti daha varsa, sizi kimse tutamaz ! Ya da daha edebî bir ifâdeyle söyleyelim: "Sizi tutabilene aşk olsun !"

Kısa sürede yükselmek, bazen iyi bir müzik kabiliyetine sahip olmaktan başka şeyler de isteyebilir. Açıkça söylemeliyim ki bu zamanlarda yükselmeniz için pek fazla müzik kabiliyetine sahip olmanız da gerekmiyor... başka meziyetlerinizin olması gerekiyor. Aslında buna kısa sürede yükselmek demek doğru olmayabilir, "kısa sürede birilerinin ellerinde yükseltilmek" dersek galiba daha doğru bir şey söylemiş oluruz. Çünkü gerçekten çok yüksek seviyede hatta şimdi dünya çapında bir virtüoz olmayı başarabilmiş, bu denli müzik kabiliyetine sahip müzisyenler tanıdım, hepsinin çok yakınımda yetişmesine neredeyse şâhid oldum. Bu müzisyenlerin hepsinin ne büyük zahmetlerle yetiştiğini bilirim... hem de günde öyle bir-iki saat değil, saatlerce enstrümanını çalıştığı halde ancak 8-10 yılda sahneye çıkıp konser verebilecek düzeye ulaştıklarını da bilirim. Bunlar daha ziyade Batı müziği enstrümanı eğitimi almış kimselerdir. İyi hocalardan ders almışlardır ve hocaları tarafından dikkatlice, büyük bir titizlikle izlenerek hangi zamanda konsere çıkmaları gerektiğine karar verilir. Bu sanatçılar, enstrümanlarını ve onun icrâsındaki incelikleri öğrenebilmek için çalışır ve çabalarlar. Gerçekten herkesin göze alamayacağı veya katlanamayacağı müthiş bir çalışma temposu içine girerler. Bu tür virtüozleri bilirim, yakından tanırım. Batı müziği sazlarını öğrenmek ve mükemmel bir virtüoziteye ulaşmak kolay değildir çünkü, zahmet ister, bazen yemeyi içmeyi unutturur insana. Hele özellikle piyano, keman, klasik gitar öğrenmek, bu enstrümanlar için yazılmış dünyanın en iyi metodlarını tamamlayıp kusursuz bir icrâ düzeyine ulaşmak zordur. Bazen saç baş yoldurur, bazen enstrümanınızı fırlatıp atmak istersiniz, ama yine de ondan ayrılmak zor gelir ve yaşadığınız bütün sıkıcı, nefret ettirici şeylere rağmen kısa sürede barışırsınız enstrümanınızla. Sadece bu enstrümanları değil, Batı müziğinin diğer enstrümanlarını öğrenmek gerçekten çok fazla ve sabırla çalışmayı gerektirir. Ama bu enstrümanlardan birini yenmeyi başardığınız zaman, hakederek, alnınızın teriyle kazandığınız bu başarının sonucu olarak başka hiçkimsenin yardımına ihtiyaç duymadan yükselişe geçersiniz.

Bizim Türk müziği enstrüman eğitiminde eski hocaların titizliğinden söz etmek mümkün. Ama yeniler için maalesef bundan bahsedemeyiz. Bir de, Türk müziği enstrümanları Batı müziği enstrumanlarına nazaran gerçekten daha az zaman ayrılarak ve daha az çalışmak suretiyle öğrenilebilecek enstrümanlardır. Türk müziği enstrümanlarında, meselâ piyano veya gitardaki gibi aynı anda on parmağınızın da çalıştığı bir çalma biçimi yoktur. Hele Kânun sazında, tıpkı pirinç ayıklar gibi, sağ ve sol el işaret parmaklarının uçlarına takılan birer mızrapla çalarsınız. (Elbette bu sazda kendi çabalarıyla kendi çalma tarzını oluşturabilmiş ve bu sazın hakkını veren bir-iki virtüoz arkadaşımız vardır, eğer müzikten iyi anlıyorsanız onları dinlediğinizde zaten gerçekten bu saza emek vermiş kabiliyetli bir sâzendeyi dinlediğinizi anlarsınız). Son yıllarda artık her kanun çalanda neredeyse rastladığımız, mızrapların takılı olmadığı parmaklarla arpej veya akor çalarak kanun çalma biçimini biliriz ama burada da o arpej veya akorları hangi akor veya armoni kuralına göre çaldığını bilmez arkadaşlarımız. Batı müziğinde majör veya minör dizilerin akor kuralları yazılıdır da, meselâ hiçbir şekilde dikey armonisi yazılmamış olan Türk müziği makamlarının bu tür sazlarda ezbere çalınan akorlarının hangi kurala göre çalındığını bilmeyiz.

Türk müziği sazları, genel olarak tek seslilik kuralına göre icrâ edilen sazlardır ve (belki meselâ iyi ve doğru bir üfleme düzeyi zamanla elde edilebildiği için Ney gibi bir sazı istisnâ kabul edebiliriz ama bu sazı da, doğru üflemeyi kısa sürede öğrendiğinizde çabuk öğrenebilirsiniz) öğrenmesi bu bakımdan kolaydır. Elbette iyi çalmanın incelikleri vardır, elbette deha ve ustalık diye bir şey vardır, buna bir itirazım olamaz, ama bir Batı müziği enstrümanını öğrenmeye göre Türk müziği enstrümanını öğrenmek arasında zahmet ve zaman harcama bakımından çok fark vardır.

Ne Batı müziğini ve enstrümanlarını övmek ne de Türk müziğini ve enstrümanlarını küçümsemek niyetinde değilim ve enstrümanlar hangi kültüre ait olurlarsa olsunlar elbette o kültür ve medeniyetin seslendirmekte kullanılan araçlardır, iş insanda, yani o enstrümanı öğrenmek isteyende ve öğrenmek için çaba sarfeden müzisyende biter. Türk müziği câmiâsında –birkaç istisnâ dışında- diyelim ki 20 yaşından sonra heves edip bir enstrüman öğrenmeye kalkan orta kabiliyetli ve hevesli bir kişi, üç yıl sonra bir yolunu bulup "ben de yapabiliyorum" diye vehmedip konser vermeye kalkabiliyor. Biliyoruz ki hem kendisi hem de o sazı kendisine öğrettiğini düşündüğü hocası yetersiz. Halbuki müzisyenlik, insana doğuştan verilen bir kabiliyettir ve çocukluk yaşlarında bir şekilde bu kabiliyet kendisini hissettirip çocuğun müziğe yönelmesini sağlar, doğal müzik ilgisi ve gelişimi böyledir. Ama bizim son zamanlardaki Türk müziği saz icrâcılığında, bir sistem, bir disiplin ve kılı kırk yaran titizlikteki hocalar da artık olmadığı için kısa sürede sazı tıngırdatmayı başararak sahneye çıkıp konser verme modası başladı. Kötü ve şaşırtıcı olan bu ! Bu manzaraya sıkça rastlamaya başladım ve üzülüyorum.

Aslında enstrümanlar arasındaki bu kolaylık zorluk meselesi daha derin bir analizi gerektiriyor ve söylenecek daha pek çok şey olduğu halde bu kadar kısıtlı bir alanda söylemek istediklerinizi tam ifade edemiyorsunuz. Daha önce yine bu köşede yazdığım "Sâzende ve Virtüoz" başlıklı yazım, biraz da kültürler ve bu kültürlerin yetiştirdiği sanatçılar açısından yazılmış bir yazıydı ve ona da bir göz atmak belki maksadımı anlamak bakımından fayda sağlayabilir. Ama şundan eminim; medeniyetimizin sesi olan mûsikîmiz konusunda duyarlıyım ve onun câhil, hevesli, kendisinde kabiliyet vehmedip ortaya atlayan kifâyetsiz ve bu kültürü taşıyamayacak kadar hafif, televizyon ekranlarında meydanı boş bulup atıp tutan ve enstrümanını doğru dürüst çalamadığını ayan beyan gördüğümüz halde iyi çalıyor intibaı vermeye çalışan kimselerin eline kalmasına râzı değilim.

12 yıl önce
Son moda sâzendelerin dayanılmaz hafifliği...
Ekranlar nefret ve kavga aleti olmamalı…
Kara dinlilerle milletin savaşı
Akşener’in Buğra Kavuncu’yu Milli Savunma Bakanlığı ve MİT’e sorması suç mu?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?