|
Türkü dolu Anadolu

Pek fazla değil ama, dünyanın bazı ülkelerini dolaşmak nasib oldu. Az gezmişimdir ama, gezdiğim yeri de iyi gezmiş ve hakkını vermeye çalışmışımdır. Bir ülkeyi, tabanlarım şişene kadar, sindire sindire, yaşaya yaşaya gezmektir benim gezmekten anladığım. Gezdiğim her yeri gözümün görebildiği en küçük ayrıntıya, kulağımın duyduğu bütün nağmelere kadar tanımaya çalışmışımdır. Bir ülkeyi gezerken üç şeye çok dikkatli bakmaya ve bu üç şey arasında bir irtibat kurmaya veya varolan irtibatı anlamaya çalışmışıdır. Önce gezeceğim ülkeyi veya mekânı iyi öğrenmeye gayret eder öyle yola çıkarım. Oraya gittiğim vakit de üç şeye dikkat ederim ve elimden geldiğince iyi gözlemlemeye çalışırım. Birincisi, o ülkenin, diyarın ya da mekânın insanlarına ve özellikle insanların yüzlerine… gözlerine ve lisanlarına. Çünkü insanların yüzlerinde, gözlerinde ve lisanlarında yaşadıkları ülkenin, diyarın ya da coğrafyanın, kültürün, medeniyetin… artık her ne diyeceksek… izleri vardır. Hatta insanlara öyle dikkatli bakarım ki, bu bakışlarım bakılan kişiye rahatsızlık bile vermiş olabilir. Hele farklı bir yüz ifadesi gördüğümde, o yüzden bütün o ülkenin geçmişini okuduğumu hissederim. İkinci dikkat ettiğim şey, bu ülkenin veya diyarın evlerine, yapılarına ve mimarî karakteridir. Çünkü mimarî yapılar, insanın iç dünyasının fizikî bir yansımasıdır. Mimârî yapılara bakarak, o ülkeyi ve insanını daha kısa yoldan tanıma imkânı elde edebilirsiniz. Üçüncü dikkat ettiğim unsur da, o ülkenin sesleri, müziği, enstrumanları veya nağmeleridir. Bu da o ülkenin ve insanının ruhunun yansımasıdır. Bugüne kadar gezdiğim her yeri bu anlayışla gezmişimdir ve bu da bana o ülkeyi ve insanı kısa sürede ve daha doğru tanıma imkânı vermiştir.



Gezdiğim ülkelerin hiçbirinin, Anadolu'daki kadar muazzam bir müzik, enstruman, nağme zenginlik ve çeşitliliğine sahib olmadığını gördüm. Geçtiğimiz hafta benim de katıldığım bir toplantıda bağlama ustası dostum Erol Parlak, Anadolu'nun bir müzik medeniyeti olduğunu söylemişti. Çok doğru bir tesbit. Ben de bu ifadeye “Anadolu bir türkü medeniyetidir” diyerek küçük bir katkıda bulunayım. Çünkü Anadolu'yu diğer bütün ülkelerden ve onların müziklerinden ayıran en önemli farkı, türküleridir. Müzik, çok genel bir başlık. Ama türkü, sadece Anadolu'ya has bir ifade şekli. Daha önceki yazılarımda ben de bu hususa temas etmiş ve böyle bir zenginliğe dünyanın başka bir ülkesinde rastlamanın mümkün olmadığını ifade etmiştim. Hatta bir yazımda Edirne'den Kars'a bütün Anadolu'yu iki şeyin birbirine bağladığından bahsetmiş, bu iki bağlayıcı veya yapıştırıcının Kur'an ve türküler olduğunu yazmıştım. Anadolu, gerçekten muhteşem bir nağmeler ülkesi. Her ilin, her yörenin kendine has bir tarzı ve nağme şekli var. Bağlama Anadolu'nun bir yöresinde başka, diğer bir yöresinde başka çalınıyor. Yöresel lehçeler, nağmelerle ifade edilince ortaya çok daha farklı ve zengin bir müzik ve nağme hazinesi çıkıyor. Anadolu'nun yüreği, kendisini nağmelerde ortaya koyuyor. Bu toprakların geçmiş kültür ve medeniyetlerden devraldığı birikimi, irfan geleneği ile harmanlayan Anadolu insanı, eşsiz bir nağme ve enstruman çeşitliliği ortaya çıkarmış. Türkülerdeki sözün gücü, insanı şaşırtıyor ve değme şâirlere taş çıkartıyor. Tam burada; “ Şâirim, zifiri karanlıkta gelse şiirin hası, ayak seslerinden tanırım / Ne zaman bir köy türküsü duysam, şâirliğimden utanırım” diyen Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun “Türküler Dolusu” adlı şiirini hatırlıyor insan. Bu şiir kadar Anadolu türkülerini güzel anlatan bir şiir daha yok: “Ah bu türküler / Türkülerimiz / Ana südü gibi candan / Ana südü gibi temiz / Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla / Köyümüz, köylümüz, memleketimiz. / Ah bu türküler, / Köy türküleri / Dilimizin tuzu biberi / Memleket ahvalini onlardan sor / Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i / Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni... / Ben türkülerden aldım haberi.” (…) “Ah bu türküler, köy türküleri / Ne düzeni belli, ne yazanı / Altlarında imza yok ama / İçlerinde yürek var”.



Dünyanın neresine giderseniz gidin, bu zenginliği bulabilmeniz mümkün değildir. Bu, Anadolu'nun muazzam birikimini gösterdiği kadar, bu türküleri yazan, bu nağmeleri üreten Anadolu insanının ne kadar hür ve ne kadar “kendine has” olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir. Her ozan, her şâir, her icrâcının kendine has bir tarzı, üslûbu vardır. Ustaların elinde şekillenen bu tarz ve üslûb, ozanın veya şâirin kendi çabasıyla gelişir ve Anadolu'nun ortak duygusunu ifade eder. Aslında Anadolu'nun bu muazzam nağme, enstruman, icrâ ve türkü zenginliği, Anadolu'nun her bireyinin hür olduğunun alâmetidir. Çünkü bireyin bu hürriyeti olmasa bu zenginliği üretemez, daha da önemlisi “kendine has” olmayı başaramaz.



Anadolu insanına bu hürriyeti ve sahib olduğu zenginliği bir tek şey kazandırmıştır. Sadece ve sadece inandığı ve sahib olduğu değerler. Allah'tan başka her şeyin gelip geçici olduğu inancı ve O'na olan bağlılık. Dinleyin türkülerimizi, bunu duyacaksınız.




#Edirne
#Kars
#Anadolu
#Mimari
7 yıl önce
Türkü dolu Anadolu
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler