|
Bireysel özgürlüğün makamsal ve tampere sistemde yansımaları - 1
Müzik, toplumların yansımalarıdır. Müziklerine bakarak toplumları ve bu toplumların oluşturduğu medeniyet ve “uygarlık”ları analiz etmek mümkün. Dolayısıyla her toplumun müziği incelendiğinde, müziklerinde onları anlatan derin melodik ifade biçimleri bulunabilir. Meselâ batı müziğinin tampere sisteminde Avrupa'yı, Hind müziğinde Hind felsefesini ve yaşama biçimini, Çin pentatonizminde özellikle Konfüçyanizm'in beş ses üzerine yorumlarını, Osmanlı-İslâm mûsikîsinde bu medeniyetin ve yaşama felsefesinin iz ve anlamlarını görebilmek mümkündür.

Nâçizâne müziği “teksesli veya çoksesli” diye ayırmak yerine, “dikey (vertical) ve yatay (horizontal) diye ayırmayı daha doğru buluyorum. Çünkü tabiatta hiçbir şekilde tekseslilik yok. Piyanonun herhangi bir tuşuna ya da Kânun'un herhangi bir teline dokunduğumuzda kulağımıza tek ses olarak gelen ses, alt ve üst doğuşkanlarından meydana gelir ve her tek ses kendi içinde çok sayıda doğuşkanı barındırdığı için zaten bir “ses çokluğu”na sahibtir. (Elbette müzikte kastedilen çokseslilik bu değil, müzikteki çokseslilik ile kasdedilen, melodi partisine yazılan eşlik partisi ile ilgili ve bundan doğan bir çoksesliliktir). Batı müziği, melodinin eşlikle zenginleştirilmesini, dikey biçimde notalandırarak gerçekleşirdiği için vertical (dikey), doğu ve genellikle Osmanlı-İslâm müziği de melodiyi eşliksiz ve yalın olarak, ifadeyi de güçlendirici biçimde kullandığı için yatay (horizontal) karakterlidir. (Yatay ve dikeyliği sadece bu iki cümleyle ifade etmek, konuyu anlatabilmek için yeterli değildir, ancak yazının sınırları içinde uygunca özetleyebilmek için bu şekilde ifade edebildim).

Seslerin her birini, adeta bir “ses toplumu”na benzetebileceğimiz müziğin bireyleri olarak kabul ediyorum. Toplum nasıl bireylerden oluşmaktaysa, müziğin de seslerden oluştuğunda şüphe yoktur. Müzikler, ait oldukları toplumları yansıttıklarına göre, müziği oluşturan sesleri de toplumun bireylerine benzetmenin anlamsız olmayacağını düşünüyorum. Hatta öyle ki, bireyler ait oldukları toplumlarda; medeniyet ya da uygarlıklarda nasılsa, müzikteki karşılıklarının da öyle olduğunu düşünüyorum. Batı (Avrupa) müziğindeki dikey yazım, icrâ ve ifade, bir toplumsal durumu ve bireyin bu uygarlık içindeki statüsünü ifade ediyor demektir. Aynı şekilde Osmanlı-İslâm ya da doğu müziklerindeki yatay yazım, icrâ ve ifade de bir toplumsal durumu ve bireyin bu medeniyet içindeki statüsünü ifade etmektedir. (Daha önce bazı yazılarımda ve derslerimde belirttiğim medeniyet ve uygarlığın aynı şeyler olmadığına dâir bilgiye gönderme yapmak istiyorum). Batı (Avrupa) müziğinde dikey hareket, (eksilmiş veya tam ikili olarak) en az iki sesin üstüste çalınmasıyla başlar ve bu akorlar modern müzikte onbirli veya onüçlü akorlara kadar yükselip genişler. Dolayısıyla bir müzik partisinde bu akorlar birbirleriyle, “müzikteki armoni bilimi”nin kuralları çerçevesinde bağlanır ve hareket eder. Yani her sesi bir birey kabul edersek, batı müziğindeki bir akorun en az iki kişiden meydana geldiğini düşünebiliriz. Bu demektir ki bu diziliş ve üstüste geliş, onbir hatta onüç kişiye kadar varabilmektedir. En az iki ve daha sonra onbir veya onüç sesin (kişi gibi düşünelim) oluşturduğu bu yapıda, o yapıyı meydana getiren her ses, kendi varlığını bu yapıya –âdetâ- fedâ etmiştir. Ben batı müziğindeki armoniyi, mikrotonlar atıldıktan sonra geriye kalan sesleri birbirine uydurma ve hizaya getirme bilimi olarak kabul ediyorum. Daha önce bir yazımda, Do majör akoru ile Dalton Biraderler arasında bir benzerlik olduğuna işaret eden bir yazı yazmış ve dört Dalton biraderin ayaklarından zincirlerle bağlanmasını, Do majör akorunu oluşturan seslerin birbirine bağlanmasına benzetmiştim. Dört Dalton biraderin birbirlerine bu şekilde bağlanmaları, Daltonların her birini bir “şahsiyet” olmaktan çıkarıp tutuklu ve üstelik en güçlü Dalton biraderin çekip çevireceği hale indirgemiş ve bireylerin varlık olarak değerlerini ortadan kaldırmıştır. Aslında Batı (Avrupa) müziğindeki akorların durumu tam olarak böyledir diyebiliriz. Elbette batı müziğindeki “yaratıcı” ve üst düzey besteciler bu kurallara zaman zaman itiraz etmişler ve bu kurallara rağmen çok güzel eserler ortaya koyabilmişlerdir. Demem odur ki, batı müziğinin dikey hareketi, her biri birer varlığa karşılık gelen seslerin kendini tek başına ve hür bir biçimde ifade etmelerine mânî olduğu gibi, aslında batı bireyinin de zannedildiğinin ve bize gösterilmeye çalışıldığının aksine hür olamadığını, sistemin aslında batılı bireyin hürriyetini elinden alıp onu sisteme bağımlı hale getirdiğini göstermektedir. Hatta “özgürlük” olarak tercüme edilen “freedom” kelimesinin de “hürriyet”le veya “hür olma”yla karşılaştırılamayacağını düşünüyorum. Batı'nın tarihsel süreci içinde ve bu süreçte kazandığı “aydınlanma ve modernizm” gibi tecrübelerle anlam kazanan “freedom”ın “özgürlük” tanımının, insanın varlık hiyerarşisi içindeki yerini, sorumluluklarını, başkalarını, tabiatı ve bütün varlık âlemini -âdetâ- görmezden gelmesine sebeb olan ve insanı küstahlaştıran bir hareket alanı açtığını düşünüyorum. Bu freedom (özgürlük), aydınlanma ile ortaya çıkan “insan merkezli bir varlık âlemi” algısının oluşturduğu özgürlüktür ve temelinde kiliseye ve muharref kutsala karşı kazanılmış haklara dâir referanslar vardır. Özgürlük, hedonisttir ve engel tanımaz. Hür olmak ise bunların tam tersidir ve özgürlüğü de haftaya açmaya çalışalım.

Bu hafta, konuya bir giriş yapmış olalım ve konuyu önümüzdeki hafta Osmanlı-İslâm ve doğu müziklerinin yatay hareketi ve bu hareketin bireyi nasıl ifade ettiğine değinmeye çalışalım.
#tampere sistem
#Dalton birader
#freedom
#Osmanlı-İslâm
8 yıl önce
Bireysel özgürlüğün makamsal ve tampere sistemde yansımaları - 1
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak