|
Kâinattan nağmeler…
İslâm medeniyetine ait bir besteci/müzisyenin “zaman algısı” ve zamanı müzik eserinde kullanımı batılı besteciye göre farklılık arzeder. İslâm medeniyetine mensub bir bestecinin zamanı, elbette yaşadığı dünyanın zamanını da kapsayan ama zaman algısı ezelîlik-ebedîlik sonsuzluğu arasında gidip gelen ve ezelîlik ile ebedîlik arasındaki sonsuzluk demek olan “ilâhî zaman”a ayarlıdır ve bestelerini bu zaman tasavvuru ve algısına uygun olarak yapar. İslâm medeniyet müziğinin zamanı içinde zamansızlık veya sonsuzluk gizlidir. Osmanlı/İslâm mûsikîsinde kullanılan usuller, aruz vezin kalıplarına uygunluk arzediyorsa eğer, bu şiirsel zaman aynı zamanda sonsuzluk duygusunu ifade ettiği ve İslâm medeniyet bestecisinin zaman algısına uygun olduğu için kullanılıyor olmalıdır. İslâm medeniyet bestecisine bu duyguyu veren nedir ?

Bu sorunun cevabını, Osmanlı mûsikîsine yön veren Itrî, III. Selim, Abdülbâki Nâsır Dede, Nâyî Osman Dede, Hammâmîzâde İsmail Dede, Zekai Dede gibi bestekârların mevlevîhânelerde mevlevîlik âdâb ve erkânına uygun olarak yetişmelerinde arayabiliriz. Mevlevîhânelerdeki dergâh ve tasavvuf terbiyesi, özellikle “riyâzât”ın yani arınmanın bir parçası olan “çile doldurma”, bestekârın zamanı, kendini ve Rabbini idrâk etmesini ve sükûnete ermesini sağlar. Bu eğitim esnâsında edinilen edeb, sabır, sükûnet sayesindedir ki mü'min derviş bestekâr, âdeta bir kozmik salıncağa benzettiğim “Allah'ın ipi”ne, “Va'tasımû bihablillahi cemîan (Allah'ın ipine sımsıkı tutunun)” ayet-i kerimesindeki tavsiyeye uyarak sımsıkı tutunur, hatta tutunmanın ötesinde bu salıncağa oturup kâinatta –âdeta- sallanır. Bu sallanış esnâsında bütün zamanların içinden geçerek zamanları aşar ya da –âdeta- “zamansızlığa” ulaşarak ve “hayret makâmı”na yükselerek kâinatı bu makamdan izler, -âdeta- kâinattaki bütün varlıkların, feleklerin Allah'ı zikr seslerini, “Yer ile gök arasındaki bütün varlıklar (yaratılmışlar) kendi lisanları ile Allah'ı zikrederler” ayet-i kerimesindeki hakikate uygun olarak işitip dinler. Yer ile gökler arasındaki varlıkların Allah'ı zikr sesleri öyle hoştur, âhenglidir ki dünyadaki en güzel mûsikî nağmelerinden bile daha güzel ve âhenglidir ve hikmetten nasibini almış olan mü'min bestekâr, Hz. Mevlânâ'nın “Hakîmler, 'biz mûsikî nağmelerini feleklerin dönüşünden aldık'…” sözündeki gibi, besteleyeceği eserin nağmelerini -âdetâ- feleklerin dönerken çıkardıkları zikr seslerinden alır.

Az önce sorduğum soruya yeni sorular ilave ederek devam edeyim. Batı müziğindeki gibi notaya alınmaksızın yani kaydedilmeksizin 300-400 yıl sonraya biraz değişerek ulaşmış olsa da Osmanlı/İslâm mûsikîsinin gündelik, dünyevî zamanın akıp gidişine, yıpratıcılığına direnerek zamanı aşmasını nasıl izah etmek gerekmektedir ? Bir mûsikî eserinin kendi içinde geçip giden ve ölçülebilir bir zaman olmakla birlikte, onu zamana mütehammil kılan şey nedir ? Şudur: Tasavvuf terbiyesi görmüş, varlığı yerli yerinde gören ve bütün varlığın sahibini tefekkür edip zikreden ve şükreden bir İslâm medeniyeti bestecisi, eserini kendi benliğini yüceltmek adına değil, “lem yelid, ve lem yûled (doğurmamış ve doğmamış)” ve ölümsüz olan Allah adına ve O'nun rızası için yapmaktadır. Dolayısıyla, ölümsüz olan adına yapılan bir eser de ölümsüz ve zamana mütehammil olacaktır.

Kâinattaki âheng ve varlığın âhengi ile bu âheng neticesinde çıkan zikrin, -âdeta- bir ilâhî nağme hoşluğunda çıktığını düşünebiliriz. Bu nağmeler de bütün varlık gibi Allah'ın “Kûn” emrinin neticesidir.
#zaman algısı
#âheng
#İslâm medeniyeti
9 yıl önce
Kâinattan nağmeler…
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’