Geçtiğimiz hafta birbirinden iki güzel, verimli etkinliğe katıldım. Bir süredir devam etmekte olduğum bir dizi yazıya ara vererek bunları yazayım bugün.
Biri bu yıl Siirt Valiliğinin son derece aşk dolu, kitap sevgisiyle yüklü gayretleriyle üçüncüsü düzenlenen kitap fuarıydı.
6-7 Ekim Kobani olayları esnasında sergilenen vahşetin bir hedefi de Siirt'teki eğitim kurumları ve bilhassa kütüphaneydi. Benim çocukluğumda rüyalarımı süsleyen, her gün saatlerimi geçirdiğim ve kapısından girdiğimde aldığım
açıldığımı hissettiğim kütüphane de acımasızca yakılmıştı.
Yakanlar tam da benim bu kütüphaneyi sıkça kullandığım yaşımdaki çocuklardı.
Onlar kendileri yakamazlardı elbet, ama onları bir oyuna gönderir gibi kışkırtıp bu vahşi olayı yaptıran caniler vardı arkalarında.
Siirtliler yakılan kütüphanelerin yerine hemen yenisini ikame etmek için kolları sıvamış durumdalar. Daha fazlası da bu fuara gösterdikleri yoğun ilgi.
Üç yıllık fuar ilkin
sloganıyla başlatılmış. Bu yılki fuar için seçilen slogansa “Her kitap, yeni bir dünya” olmuş.
Fuarın her yılki sloganları bile başlıbaşına güzel mesajlar içeriyor. 3. Yılını da bu şekilde devirdiğine göre artık gerçekten de gelenekselleşmiş ve her yıl beklenen bir etkinlik haline gelmiş oluyor (gerçekten diyorum, çünkü daha birincisi yapıldığında “geleneksel” adını alan bir çok etkinliğin ikincisi bile yapılamıyor. Oysa Siirt fuarı öyle görünüyor ki, geleceğe de köprüsünü atmış bulunuyor. Her yıl bu vakitlerde özlemle beklenecek, bir alışkanlık oluşturmuş gibi.
Fuara 50'nin üzerinde yayınevi bütün kitaplarıyla katıldı. 30 kadar yazar da kitaplarını imzalayarak okurlarıyla söyleşi etkinliklerinde buluştu. Siirt'li yazar Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma her zamanki gibi bu katılımcıların başında geliyordu. Ayrıca
burada ismini hemen hatırladığım söyleşileriyle fuara katılan yazarlardandı.
Katılımcı yazarlardan biri de,
, bölgenin insanı, ancak bölgede yaşananlara özel bir vukufuyeti de var. Siirt'te fuar vesilesiyle karşılaştığı kültürel ortam dolayısıyla akşam katıldığı bir televizyon programında esaslı bir
nden bile söz etti. Arap, Kürt ve Türklerin bir arada huzur içinde yaşadığı üç dilli şehir olarak Siirt'in bu tür vesilelerle sergilediği modelin esasen kadim zamanlara uzanan bir kökü var. Siirt kitaba yabancı bir şehir değil. Medreseleriyle, ilim ve irfan geleneğiyle bölgede temayüz etmiş bir şehir. Son yıllarda açılan üniversitede bilhassa İlahiyat Fakültesi bütün İlahiyat Fakülteleri arasında çok daha münbit bir zeminde faaliyetlerini sürdürüyor ve eminim daha çok genç olan bu fakülte ilerde kalitesiyle daha çok dikkat çekecektir.
Bütün bu bu ilim ve irfan geleneğinin bağrından gelen bilgeliğiyle, son zamanlarda yükselen her çeşit ırkçılığa karşı da o irfanıyla gereken cevabı veriyor. O yüzden Siirt terörün bütün çabalara rağmen fazla kök salamadığı bir ortam sunuyor.
hem bu fuarın gerçekleşmesinde sergilediği olağanüstü çaba hem de ilin idaresinde ortaya koyduğu dirayetli tutumu dolayısıyla Vali
Onun idaresinde şehir kendi kimliğiyle, irfanıyla ve tabii ki insanıyla daha bir güvenle ve muhabbetle kucaklaşıyor.
Bu fuardan sonra katıldığım ikinci etkinlik de Antalya Kepez'de Erdem Bayazıt Kültür merkezinde düzenlenen
başlıklı toplantıydı. Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel'in girişimleriyle bir seri olarak başlatılan bu toplantılarda bu hafta
ve GENAR başkanı
'ın katılımıyla gerçekleşen paneldi.
Yeni Anayasa tartışmasının bugünlerde ayrı bir heyecan uyandırıyor olduğunu gördüğüm önemli bir toplantı oldu bu. Bir süredir bu başlık altında bir çok toplantıya katılıyorum. BU toplantıda özel olarak fark ettiğim şey, Yeni Anayasa tartışmasının giderek başkanlık tartışmasıyla daha fazla özdeşleşiyor olduğu.
Bugün gerek kimlik meselelerinde, gerek demokratik katılım ve özgürlükler noktasında Yeni Türkiye'yi zaten epeyce teneffüs ediyoruz. Üstelik bu teneffüsü yeni bir anayasa şartını gerçekleştiremeden de yapmaya başladık.
Bugün anayasa tartışmalarına bu kadar yüksek düzeyde sergilenen toplumsal katılım bile başlıbaşına yeni Türkiye'nin göstergelerinden birisidir. İnsanlar geçmişte neredeyse bir darbe şartına bağlanan yeni anayasayı bizzat kendilerinin yapabileceklerine inanmaya başlamışlar. Bir toplumsal sözleşme olarak Anayasanın normalinin bunun bizzat insanların kendi aralarındaki müzakerelerle bunu gerçekleştirmeleridir.
İnsanların önüne normal, yani yağsız, temiz hoşafı koyduğumuzda buna itiraz edenlerin talep ettiği şey
Mesele bu kadar açık ve net.
Başka bir ifadeyle yeni Türkiye'nin en önemli göstergelerinden birisi hoşafın yağının kesilmiş olmasıdır. İtiraz edenler de bunu nasıl algılıyorsa oradan itiraz ediyor.
Bu Türkiye'ye ulaşmış olmamız büyük ölçüde AK Parti'nin tabii ki Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde tek başına iktidar olmasından kaynaklanmıştır.
Bunun ülkenin geleceği için içerdiği riskler açısından bakmak lazım mevzuya.