|
El-Cezire Film Festivali: Öncü bir girişim

Müslümanların çağla ilişkilerinin, ya çağa geç kalmak ya çağın ağlarına takılıp kalmak ya da çağın -bilinçsizce- dışında kalmak şeklinde tezahür ettiğini söylemiştim.

Sinemada bu üç durum da genel olarak geçerli. İran sineması, kısmen Mağrip (Fas, Tunus ve Cezayir) sinemaları ile Afrika (Mali, Senegal ve Burkina Faso) sinemaları dışında elbette.

NORM''SUZ FORM, DEFORMASYONLA SONUÇLANIR SADECE!

Daha önceki iki teorik yazıda, medeniyetlerin, varlıklarını, ya (normlarının ifadesi ve ifade edicisi) formları vasıtasıyla ya da başka medeniyetlerin form''larını kendi normları doğrultusunda dönüştürerek (re-form''e ederek) sürdürdüklerine dikkat çekmiştim.

Normlarını (kaynaklarını) yitiren toplumlar, başka dünyalarla ufuk ve zihin açıcı ilişkiler kuramazlar. Hem başkalarından aşırdıkları form''ları, hem de kendi normlarını ve formlarını deforme etmekten başka bir şey yapamazlar.

Türk sinemasının yaşadığı traji-komedinin nedeni burada gizli. Kendi normlarıyla (fikir, sanat ve hayat kaynaklarıyla) yaratıcı ilişkiler kuramayan Türk sineması, film dili kuramadı ve dünyaya özgün bir film estetiği sunamadı bu nedenle…

SİNEMA, BİR MEDENİYET
MESELESİDİR

Türk sinemasına hükmeden film entelijansiyası, sinemanın, bir medeniyet meselesi olduğunu kavrayamadı.

Ve Türk sinemasının gürül gürül akan bir ırmağa dönüşebilmesinin yolunun, bizim medeniyetimizin fikir, sanat ve hayat kaynaklarıyla imajinatif ilişkiler kurabilmesinden geçtiğini göremedi -hâlâ.

O yüzden sinemacılarımız, Sight and Sound dergisinin bir yazarının Ömer Kavur filmleri toplu gösterisini izledikten sonra yaptığı şu yakıcı gözlemi görmek bile istemiyorlar: ''İyi güzel de, Ömer Kavur filmlerinde, neden sürekli olarak Bunuel, Antonioni, Pasolini, Fellini gölgesi kolgeziyor acaba?''

ÖZ''DEN, SÖZ''DEN VE GÖZ''DEN MAHRUMİYETİN BEDELİ

Türkiye''nin yetenekli sinemacıları, İbn Arabi''yi, Fuzûlî''yi, Sinan''ı, Itrî''yi, Levnî''yi, Şeyh Galip''i, Yahya Kemal''i ve Sezai Karakoç''u besleyen güçlü kaynağı ''göremedikleri'' sürece, dünyaya özgün bir film dili armağan edemeyeceklerini bile idrak edebilmiş değiller henüz!

O yüzden, örneğin, Semih Kaplanoğlu''nun filmlerini kavrayabilecek öz''den, söz''den ve göz''den mahrumlar.

Türk sinemasının yaşadığı traji-komedi''ye dair yaptığım bu gözlemler, Arap sineması için de geçerli büyük ölçüde.

Özetle, Müslümanlar, İran sineması hâriç, sinemada, hem çağa geç kalmış, hem çağın ağlarına yakalanmış, hem de çağın dışında kalmış durumdalar.

KONUŞAMIYORUZ; ÇÜNKÜ
DİLİMİZ YOK

Müslümanların sinemayla ilişkileri, köklü ve derinlikli fikir, sanat ve hayat kaynaklarına sahip olmalarına rağmen dil kuracak hiçbir yaratıcılığa, özgünlüğe ve muhayyile zenginliğine sahip değil.

Bunun temel nedeni, hem çağrısız (kaynaksız / norm''suz), hem çağ''sız (ırmaksız / form''suz) olmaları. Hem yersiz-yurtsuz olduklarını, hem de nerede/n konuştuklarını görememeleri… Dilsiz olmaları… Dolayısıyla konuşamamaları… Başkalarının dillerini konuşmaları, başkalarının yaptıklarını yapmaları yalnızca…

FİLM FESTİVALLERİ VE
ÖNAÇICI ROLLERİ

Gördüğünüz gibi, varoluşsal bir sorunla karşı karşıyayız. Sadece sinemada değil, fikirde, sanatın bütün alanlarında ve hayat-dünya tasavvurunda, ne''yi, nerede/n ve nasıl ''konuşmamız'' gerektiği varoluşsal sorununu bile kavrayabilmiş değiliz henüz…

Bu sorunun anlaşılabilmesi ve aşılabilmesi sürecinde film festivallerinin küçümsenemeyecek katkılar yaptığını görüyoruz.

Mesela Burkina Faso''da düzenlenen FESPACO Film Festivali, Afrika sinemasının (özellikle de Mali, Senegal ve Burkina Faso örneklerinde) çığır açmasında belirleyici, önaçıcı bir rol oynadı.

Yine İran''daki Fecr Film Festivali de, hem İran sinemasının büyük bir atılım gerçekleştirmesinde, hem de başka sinemaları tetiklemesinde küçümsenmeyecek bir işlev gördü.

Benzer gözlemleri Tunus Film Festivali için de yapabiliriz, Bosna Film Festivali için de.

EL-CEZİRE FESTİVALİ VE ÖNCÜ ROLÜ

Bu festivaller, kurmaca film festivalleri. Doha''da düzenlenen Uluslararası El-Cezire Film Festivali ise, kurmaca değil, belgesel bir film festivali; üstelik de en önemlilerinden biri.

Bu yıl 9.''su düzenlenen festivale dünyanın 90''dan fazla ülkesinden 1392 filmin katılmış olması, bunun göstergesi.

Bu yılki festivalde, Çin filmleri yağmuru vardı adeta. Çinlilerin El-Cezire Film Festivali''ne büyük ilgi göstermeleri, festivali düzenleyen Dr. Abbas Arnaud ve ekibinin, festivali Çin''e odaklamalarına yol açtı doğal olarak.

Festivale Çin''in yanısıra, Avrupa''dan da yoğun ilgi vardı. Ama festivalin yıldızı, Filistinli imajinatif sinemacılardı; o yüzden belli başlı ödülleri, Filistinli ve Alman kökenli yönetmenlere verdik.

Türkiye''den festivale ilginin yok denecek kadar düşük olması düşündürücüydü elbette. Önümüzdeki yıldan itibaren Türkiye''den El-Cezire Film Festivali''ne yoğun ilgi olmasını bekliyorum…

Sinema öğrencisi arkadaşları, parlak sinemacıları, El-Cezire Film Festivali''ne şimdiden hazırlanmaya davet ediyorum buradan.

11 yıl önce
El-Cezire Film Festivali: Öncü bir girişim
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti