|
Evet Batı"nın zaferi...

Son milenyum, geldiği nokta bakımından Batı''nın zaferi ile sonuçlandı. Ancak bizzat Batılılar''ın da ifade ettikleri gibi, bu zafer pek de böylece süreceğe benzemiyor

The Economist, son sayısını "Milenyum Özel Sayısı" olarak yayımladı. Derginin editoryal yazısı, "Batı''nın Milenyumu" başlığını taşıyor. Yazıda, "Batı uygarlığı''nın zaferi"yle noktalandığı belirtilen milenyumun, bu zaferin sürmesini sağlayacak bir dinamizm bırakıp bırakmadığı çeşitli açılardan tartışılıyor:

"Batı uygarlığı, önce Avrupa, ardından da, Amerika''nın gösterdiği devasa performans sonrasında askerlerini, misyonerlerini, imparatorluk kurucularını, dinini, düşüncesini, sanatını, bilimini, ürünlerini, teknolojisini, siyasi ve ekonomik sistemlerini tüm dünyaya ihraç etmeyi başardı. Batı uygarlığı, muzaffer oldu; ama şimdilik. Çünkü elimizde, bu muzafferiyetin kalıcı olacağını kanıtlayacak hiçbir şey yok".

...Ama nereye kadar?

Batı uygarlığının zaferinin kalıcı olarak süremeyebileceğine gerekçe olarak Japonya, Çin ve Hindistan''ın uyanışı ve İslam dünyasının her şeye rağmen hâlâ dinamizmini koruduğu gerçeği gösteriliyor. Ve şöyle deniyor: "Avrupa ile özdeşleştirilen Hıristiyanlık şu an, kendi topraklarında büsbütün çekilirken/silinirken, Müslümanlık hâlâ kendi coğrafyasında; ve dinamizmini yeniden kazanıyor".

Yazının daha sonraki bölümlerinde milenyumun tarihinde Çinliler''in ve Müslümanlar''ın önemli bir yere sahip oldukları; Avrupa''da Hıristiyanlığın dominant olduğu zaman dilimlerinde bile Müslümanlar''ın canlı bir kültür geliştirmeyi başardıkları, Avrupa kültürünün ve uygarlığının yaratılmasında kilit rol oynadıkları belirtiliyor.

Yazıda ayrıca şu ilginç saptamalar yer alıyor: "Avrupa, bugüne kadar zaman zaman sonuçları Avrupalı toplumlar için büyük felaketler doğuran olaylarla, savaşlarla, çatışmalarla çalkalandı. Bugün Batı''nın başlıca karakteristikleri olan demokrasi, hukukun üstünlüğü, muhalefete / muhaliflere tolere edilmesi anlayışı, bireysel haklara inanç gibi ilkeler ancak son zamanlarda icat edilen ilkelerdir. Bu ilkelerin gerek Batı toplumlarında, gerekse başka toplumlarda nihai olarak hakim olacağını söyleyebilmek pek o kadar kolay değil."

Burada, Batı''daki dergilerin, gazetelerin, kitapların son milenyumu nasıl değerlendirdiklerine ilişkin olarak The Economist''te dile getirilen görüşleri özetledim.

Dikkat ederseniz, dergide milenyum, Batı merkezli ama yine de bir hayli gerçekçi bir yaklaşımla ve yanılsatıcı zafer sorhoşluğundan uzak bir dille değerlendiriliyor. Bu yaklaşım, Batı''da yapılan diğer milenyum analizlerinde de az çok geçerli.

"İdrak"in idraki için...

Oysa Türkiye''de manzara oldukça farklı bir görünüm arzediyor.

Bir kere, bizdeki yazılarda, milenyumun, Batılılar, tüm dünya ve bizim için ne anlam ifade ettiği sorunu büsbütün atlandı ve atlanıyor.

Bizde milenyuma ilişkin yazıların, döne dolaşa odaklandıkları konu hep aynı: Geldiği nokta açısından bizim bilfiil pek fazla katkımızın olmadığı milenyumun, gelecekte hayatımıza ne tür yeni teknolojik oyuncaklar ve esrarengiz enstümanlar katacağı, hayatımızı ne denli kolaylaştıracağı, bizi ne tür yeniliklerle karşı karşıya bırakarak heyecanlandıracağı... vs.

Milenyuma ve geleceğe ilişkin hemen hiçbir ciddi analizin olmaması, bizim aydınlarımızın hâlâ ne denli tarih bilincinden yoksun, çocuksu ve yüzeysel olduklarını, tarih/zaman dışında yaşadıklarını, bu yüzden de geçmişe ve geleceğe dair söyleyecekleri dişe dokunur bir şeylerin olmadığını gösteriyor; ki bu, oldukça düşündürücü bir durum tabii.

Bu "çocuksuluğun" ve yüzeyselliğin başlıca nedeni şu: Kendi''mizi de, Batı''yı da anlayabilmiş değiliz henüz. Bu yüzden, hem kendi kültürümüze, hem de Batı kültürüne ilişkin imaginatif şeyler söyleyemiyoruz. Aydınlarının böylesine acınası bir görünüm sergiledikleri bir ülkenin sorunlarının kat be kat artması, son derece absürt boyutlar kazanması elbette ki doğal.

Ülkemizin en imaginatif ve ümit vaadeden düşünürlerinden (sadece Türkiye''de değil, İslam dünyasındaki "yeni düşünür tipi"nin habercilerinden) Ahmet Davutoğlu''nun dikkat çektiği gibi, anlayabilmek için bir "yer"de durmak gerekiyor. Frenkçe''de anlamak anlamına gelen vers/tehen ve under/stand sözcüklerinin yapısı bizatihi böyle bir şeye işaret ediyor: Bir şeyi anlayabilmek için özgün bir yerde durmak (stand/tehen) gerekiyor. Mevlana''nın "pergel metaforu" bu bağlamda ne kadar imaginatif bir metafordur, değil mi? Durduğunuz yeri bil(e)mediğiniz, özgün bir yerde dur(a)madığınız sürece, -Heidegger''den esinle söylemek gerekirse- nereye, nasıl ve niçin baktığınızı da; neleri, niçin reddettiğinizi veya kaybettiğinizi de, ya da neleri, niçin reddetmeniz ve kaybetmeniz gerektiğini de bilmeniz bir hayli zordur.

Son milenyum, geldiği nokta bakımından Batı''nın zaferi ile sonuçlandı. Ancak bizzat Batılılar''ın da ifade ettikleri gibi, bu zafer pek de böylece süreceğe benzemiyor.

Müslümanlar''ın yaşadıkları son iki yüzyıllık travmatik ama bir hayli öğretici deneyim, bizim geleceğe daha bir güvenle bakmamız gerektiğini; sahip olduğumuz idraki müdrik olmaya başladığımız vakit, asrın idrakine idrakimizi söyletebileceğimizi gösteriyor. Şu an böylesi bir dönemecin eşiğinde olduğumuzu düşünüyorum.

24 yıl önce
Evet Batı"nın zaferi...
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı