|
"Görünen" ve "Görünmeyen"in gücü

Ruşen Çakır''ın, Birikim Dergisi''nin son sayısında yayımlanan "İslamcıların Batıcılaşma Süreci" başlıklı yazısında İslamcılığın "mutlak bir mağlubiyet" yaşadığı argümanı dolayımında "konuşma"yı bu yazıda da sürdürüyorum.

Dünkü yazının sonunda da belirttiğim gibi "İslamcılığın bittiği"ni söyleyen tek kişi İslamcılarla ve İslamcılıkla (siyasi görünümleriyle) ilgili yazı ve araştırmalarıyla tanıdığımız Ruşen Çakır değil yalnızca. Ruşen Çakır''dan önce İslamcılık''ın bir şekilde "teorisyenleri" veya "temsilcileri" olarak nitelendirilebilecek yazarlar ve aydınlar, İslamcılık''ın bittiğini ilan ve ifşa etmişlerdi zaten.

Bittiği söylenen "İslamcılık" neydi peki: Kimi müslümanların, ülkelerinin ve kültürlerinin asli unsurlarının tahrip olmasında, biçim bozumununa uğramasında "tarihi" bir rol oynayan Batılılara veya kendi ülkelerindeki elitlere karşı geliştirdikleri, her şeyi siyasete (=en "ilkel" varoluş/söylem biçimine) indirgeyen, volk İslamı''nın formları üzerine bina edilen retoriksel/hayali/reaksioner bir söylem/di. Böylesine sığ, yüzeysel, anlamlandırılamaz, reksiyoner ve hayali bir söylemden, Foucault''nun deyişiyle kalıcı "söylemsel pratikler" (=duyarlıklar, davranış, kavrayış ve yaşayış biçimleri ve pratikleri) icat ve inşa edebilmek elbette ki zordu.

"Görünen"in yükü

"İslamcılık" denen ve herşeyi salt siyasala yani fiziksel''e, görünen''e, en ilkel olana indirgeyen şey, müslümanlığın, tüm olumsuz/laştırılan koşullara rağmen, toplumumuzun zihin ve davranış kalıplarını belirlemeye, beslemeye devam eden kök paradigmalarını ve anlam haritalarını yeniden icat edebilecek çok yönlü (kültürel, düşünsel, sanatsal, estetik vesaire) bir oluşum ve bu oluşumu hem besleyecek hem de bundan beslenecek yeni bir duyarlık geliştirecek zorlu bir çaba içine giremedi. Sadece "görünen"le ilgilendi. Her şeyini görünen''in üzerinde ve görünen''i kendisi de kontrol etmek ülküsü etrafında belirlemeye ve inşa etmeye çalıştı. Ama ülkede görünen''in tüm tezahürlerini (siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarını) kontrol eden güçler tarafından tehlike olarak addedilerek etkisiz hale getirilmekten de kurtaramadı kendini.

Oysa toplumu ayakta tutan, topluma hala kimliğini veren, zihin ve davranış kalıplarını oluşturan en temel güç, müslümanlığın o ruhları fetheden, her hal ve şartta inşiraha erdiren ve infitaha ulaştıran görünmeyen gizil gücüydü: Bu gizil güç, köklü bir tarih, kültür, medeniyet, düşünce ve sanat birikiminin sonucunda oluştuğu için, her şeye rağmen, insanımızın hayatını, iç ve dış dünyasını anlamlı kılmayı ve anlamlandırmayı -çoklukla bilinçaltı düzeyinde de olsa- sürdüren en belirleyici aktördü/r.

Bir şey, dikkatinizi çekiyor mu, bilmiyorum: Müslüman aydınlar da yaşanan olayları, tarihi, hep fiziksel/görünen/arızi/geçici (=zahiri/visible) gerçekliğiyle, maddi görünümleriyle izah etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Oysa tarihin oluşumunda, fiziki dinamikler kadar, bu fiziki dinamikleri harekete geçiren, ruh üfleyerek ateşleyen ve fişekleyen fizik-ötesi veya dışı asli/görünmeyen (=batıni/invisible) dinamikler de son derece belirleyicidir.

Salt fizikselin, "görünen"in, arızi olanın, mutlaklaştırıldığı bir zaman diliminde, fizik ötesi veya dışı arayışların artması ve fizikselin hakimiyetinin de son derece irrasyonel yöntemlere başvurularak sağlanmaya çalışılması tesadüfi olmasa gerek. Çağımızda bedenin, fizikselin, dış dünyanın mutlaklaştırılması ve kutsallaştırılması, modern insanın, bedene, insana, dış dünyaya karşı duyarlığını yitirmesine; bu da hayatta şiddetin artmasına, giderek örtük şiddetin açık şiddet biçimlerine dönüşmesine; insana, doğaya karşı yapılan yıkıcı müdahalelere sessizleşmesine ve duyarsızlaşmasına yol açmıştır, kaçınılmaz olarak. Çünkü, beden de, dış dünya veya fizik gerçeklik de asli değil arızi gerçekliklerdir ve arızi gerçekliklerin mutlaklaştırılması ve kutsanması, her bakımdan traji-komik sonuçları olacak bir durumdur. Taşıyamayacağı yükü yüklenmesi, yükü yüklenen kişinin kaçınılmaz olarak yüklendiği yükün altında kalmasıyla sonuçlanacak ağır bir yüktür.

Arızî Olan''la asli olan

Salt iskelete/bedene/fizik gerçekliğe bakarak, bir "organizma"yı ayakta tutan, yaşatan, harekete geçiren dinamiğin veya dinamiklerin neler olduğunu anlayabilmek elbette ki oldukça zordur. İskeleti bir vücuda kavuşturan, mevcut hale getiren ve bu iskeletin hissedilebilir, duyumsanabilir bir şeyler vücuda getirebilmesini mümkün kılan dinamikler, daha çok, arızi fiziki/görünen dinamiklerin ötesindeki görünmeyen, hem insana, hem de yapıp ettiklerine bir ruh katan asli dinamiklerdir.

Bugün karşıtı sandığı ideolojiler gibi her şeyi salt siyasala, ilkel olana, görünene indirgeyen "İslamcılık"ın yani arızi olan''ın bitmek zorunda kaldığı, ama öte yandan müslümanlığın görünmeyen, deruni, kalıcı asli formlarının ve kodlarının hayatımızın değişik alanlarında yeniden icat edilmeye başlandığı bir sürece girmiş durumdayız. Dikkat: Biten şey, İslami söylem değil, tarihsel ve arızi bir fenomen olan İslamcılıktır. Asli olan bastırılabilir ama arızi olan tarafından asla yok edilemez.

Türkiye''de toplumumuzun hafızasını, kimliğini, asli unsurlarını oluşturan müslümanlığın anlam haritalarını dışlayan tüm projeler arızidir; bu toplumda dominant hale geldiklerinde veya getirildiklerinde insanların iç ve dış dünyalarını anlamlı kılacak yepyeni ama güçlü, çaplı bir duyarlık ve heyecan icat edebilmeleri zordur ve toplumu kaçınılmaz olarak zoraki çatışmaların içine sürüklemeleri ve bu tür senaryolara meşru zemin hazırlamaları doğaldır.

24 yıl önce
"Görünen" ve "Görünmeyen"in gücü
BİP’i, BİP’ten daha fazla önemsemek!
Tarık Buğra’nın Cemil Meriç eleştirisi
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!