|
Gözü kapalı, gönlü açık

Gözü kapalı yapılan şeylere gönlümüz razı değil ve olmuyor da. Gönlümüz alabildiğine açık. Gönlümüz yani kalp gözümüz.

Biz Türkiyelilerin "göz"ü dışarıya (Türkiye dışına, örneğin batı''ya, tüm dünyaya) kapalı; kapalı tutulmaya çalışılıyor. Ama "gönlü"müz tüm dünyalara açık.

Gözümüz ne denli kapatılmaya çalışılırsa çalışılsın elbette ki gönlümüz açık olacak, hayatiyetini asla yitirmeyecek. Çünkü büyük bir medeniyet tecrübesi yaşamış bir toplumun salt Türkiye coğrafyasına hapsedilmesi, öyle kolay hazmedilecek ve kabul edilecek bir şey değil. Düşünsenize, ta Asya steplerinden kalkıp diyar diyar gezdikten sonra Anadolulara kadar geliyor, İslam coğrafyasının, medeniyetinin öncü kolu gibi hareket ederek en uç / tehlikeli/zorlu bölgelere iskan ediyorsunuz. Avrupalıların birbirleriyle kıran kırana boğuştukları uzunca bir zaman dilimi içinde, medeniyetlerin/dinlerin beşiğinde, Asya-Afrika-Avrupa üçgeninde, uçsuz bucaksız bir coğrafyaya sükun, barış ve adalet armağan ediyorsunuz.

GözleriNi kapar, vazifeMi yaparım

Türkiye''nin sözümona Batılılaşma sürecine girdirildiği bir zaman diliminde, özendiğimiz, platonik aşk ilişkileri kurduğumuz Avrupa''yla/Batı dünyasıyla da toplumun handiyse tüm ilişkileri dondurulmuş. Batı''ya açıldığını sanan Türkiye''nin elitleri, topluma Batı''nın da kapılarını kapamışlar. Evet, batı kültürünün, düşüncesinin, sanatının yeni dönüşümler geçirdiği, dinamizmler kazandığı bir zaman diliminde Batılılaşma iddiasıyla Osmanlı''nın temel misyonunun dayandığı iddialardan vazgeçen Osmanlı sonrası elitleri, toplumu, hem kendi dünyasına, hem Batı''ya ve tüm dünyaya kapatıyorlar!

Kendi ben''ini, ben-idraki''ni besleyen, tanımlayan, canlı ve hayatta tutan hemen her şeyi baştan silip süpürmeye çalışan bir komitacılar grubu, ülkede siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarına tam olarak yerleştiklerine hükmetmeye başladıkları vakit, sadece toplumun dinamiklerini, birikimini, engin deneyimini ve hafızasını yok saymakla ve yok etmeye çalışmakla kalmıyorlar, toplumu "tek kıblemiz" haline getirdikleri Avrupa''ya/Batı''ya da açmamak için yoğun çaba gösteriyorlar.

"Devlet Ana" neden "cinsiyet" değiştirdi?

Bu durumu, "bizde değişimin temel aktörü ve müteharriki sadece devlet olagelmiştir" diyerek açıklamak bana pek inandırıcı gibi gelmiyor. Osmanlı''ya gönderme yaparak "devlet, dün de herşeyi belirliyordu, bugün de" şeklinde bir sonuç, analojik/kıyaslama olarak yanlış. Bir kere Osmanlı''daki "Devlet Ana", ne olmuşsa olmuş "cinsiyet" değiştirerek "Devlet Baba"ya dönüşüvermiş. Bu önemli farklılığı atlayarak yapılan analizler, sanki topu taca atmak (sorumluluk alanından çıkarak, muhtemel suçlamaları üstlenme zahmetinden kurtulmak) gibi geliyor bana.

Osmanlı ile Osmanlı sonrası dönemde devlet-toplum ilişkileri belki taban tabana zıt olmasa bile oldukça farklı bir görünüm arzediyor: Osmanlı, -Kemal Tahir ustanın o imaginatif metaforuyla- Kerim bir devlet. Yani kerem eden, ikram ve izzette bulunan bir devlet.

Bizim gözlerimizi dışarı kapatmamıza neden olan saik, Osmanlı dönemine kadar Avrupalıları önemsemeyişimiz, küçümseyişimizden; Cumhuriyet döneminde ise gereğinden fazla önemseyerek gözümüzde fazlasıyla büyütmemizden kaynaklanıyor. Mercek mi dayanır buna!

Bizzat Osmanlı yaşarken başlayan Osmanlı sonrası dönem, bizim paradigmalarımızı yitirmeye başladığımız, yeniden icat etmekte zorlandığımız bir dönem. Osmanlı sonrası dönemin elitleri ve ülkeye vaziyet eden söylemi, paradigmanın kesinkes bittiğine hükmediyor ve paradigma''ya hayatiyet kazandırmaya giden muhtemel tüm yolları tıkıyor: Gören gözlerimiz görmez oluyor.

Göz''ün de Göz''ü olmak

Gözü kapalı yapılan şeylere gönlümüz razı değil ve olmuyor da. Gönlümüz alabildiğine açık. Gönlümüz yani kalp gözümüz. Kişioğlu olarak yüklendiği sorumluluğu en nezih ve temiz yöntemlerle yerine getirmek için çırpınıp durmuş bir milletin kalp gözü muhakkak ki açık olacak. Gözümüzün duyargaları körelirken, gönlümüzün pergelleri alabildiğine açılıyor. Ne de olsa gönül bu. Tehlike teşkil edecek fiziksel bir varlık emaresi göstermiyor hani.

Müslümanlar olarak bütün bir dünyaya açılmak istiyoruz. Ama nafile. Hamuru müslümanlıkla yoğurulmuş bu müslüman memlekette gözlerimizi kapatarak, görüş alanımızı zoraki olarak daraltmaya çalışarak, çok istememize rağmen mekteplerden bile içeri almayarak yaptıkları işi marifet sananlar, gözlerinin de gönüllerinin de fena halde kapalı olduğunu ne zaman idrak edecekler acaba?

Göz kapatılabilir. Ama gönül asla. Gözü kapatma girişimleri, gönlün (o yeri ve zamanı geldiğinde gözün gözü olmak için yanıp tutuşan gizil gücün) daha bir aydınlanmasına, duyarlılığının daha bir derinleşmesine, o "içerde"oluşan aydınlığın "dışarı"yı da aydınlatmaya başlamasına imkan tanıyacaktır.

24 yıl önce
Gözü kapalı, gönlü açık
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi