|
Önce paradigma!

Müslümanların, tarihlerinin en büyük kriz dönemlerinden birini yaşamaları, yaşadıkları krizin büyüklüğüyle orantılı olarak yepyeni arayışlar/keşifler içine girmelerine zemin hazırlıyor.

Kimliğin inşasında farklılıkların farkına varabilmek, farklılıkları tefrik edebilmek belirleyici rol oynuyor. Farklılıkların farkına varabilecek, farklılıkları tefrik edebilecek yetiler, yetenekler ve dinamiklere sahip olmak, kimliğin inşasında mesafe alınmasına imkan tanıyor.

Bireyler / kollektiviteler / toplumlar olarak insanların ne olmadıklarını farkedip, tefrik edebilmeleri, ne olduklarına karar vermelerini kolaylaştıracak süreçlerin teşekkül etmesine daha sağlam zemin hazırlıyor. Böylelikle insanların ilkin "ayaklarını bastıkları yer"i daha iyi tanıyabilmeleri, ardından da başka kültürel coğrafyalara yaratıcı şekillerde uzanabilmeleri imkan dahiline girmiş oluyor.

Fetret dönemi: epistemolojik kırılma

"Modernleşme" tecrübemizin, hem kendi kültürel dinamiklerimizle, hem de Batılı kültürel dinamiklerle kurduğumuz ilişkileri muğlaklaştırmasının, sürgit içinden çıkılmaz hale getirmesinin nedenleri burada gizli.

Açımlarsak... Türkiye, dünyada sömürgeleştirilemeyen, dolayısıyla Batılıları bilfiil/yakından tanımayan birkaç ülkeden biri. Sömürgeleştirilen ülkelerde ya bizzat Batılıların ya da Batılıların yerlerine geçen Batıcı elitlerin başlattıkları "modernleşme" projeleri, Türkiye''de bizim elitlerimiz tarafından başlatıldı. Yani, dünyadaki diğer "modernleşme" tecrübelerinin aksine, Türkiye, kendi kendini sömürgeleştiren bir çaba içine girdi. Dolayısıyla Batı ile kurduğumuz ilişkiler, Batılıları yakından tanımamızı sağlayan reel, bilfiil vuku bulan ilişkiler olmadı; aksine, hayali/platonik/yüzeysel ilişkiler oldu. Sonuçta Batı bizim için ya yüceltilecek ya da nefret edilecek bir dünya/kültür/yer haline geldi. Kimimiz için "iyi"nin, kimimiz için de "kötü"nün sembolü oldu. Batı''yla bilfiil yüzleşemedik hiçbir zaman.

Kendi kültürel kodlarımızı, anlam haritalarımızı yeniden icat etmekte başarısız olmamız, Batı''yla kurduğumuz bu hayali "ifrat" ve "tefrit" ilişkisini pekiştirdi. Bu da sonuçta hem müslümanlıkla, hem de "bu dünya" (=Batı) ile ilişkilerimizi daha da sorunlu hale getirdi.

Bir yandan kendi kültürel kodlarımızı, dinamiklerimizi, anlam haritalarımızı yeniden icat etmekte başarısız olmamız, öte yandansa hayali (simülatif), gerçekte varolan Batı''yla pek fazla ilişkisi olmayan sözümona Batılılaşma/kültür ve medeniyet değiştirme projesi geliştirme çabası içine girmemiz, epistemolojik ve ontolojik bir kırılma süreci, yani bir "fetret dönemi" yaşamamıza yol açtı.

"Fetret dönemi" tecrübesini şu an dünyadaki tüm müslümanlar farklı şekillerde de olsa yaşıyorlar.

Oysa Müslümanların, tarihlerinin önceki dönemlerinde yaşamadıkları, karşılaşmadıkları, hem müslümanlıkla, hem de "bu dünya" ile ilişkilerini problemleştiren, kendine özgü imkanları ve zaafları olan bir deneyim bu "fetret dönemi" tecrübesi.

Dinamikleri iyi okumak

Ancak dünyanın geldiği ve muhtemelen gidebileceği "nokta"ya Batı ve Doğu kültürlerinin temel/asli dinamikleri (=farklılıkları) açısından bakıldığında müslümanların yaşadığı, son derece travmatik sonuçları olan "fetret dönemi" tecrübesinin bir hayli öğretici olduğunu görebilmek mümkün.

Salt fizik gerçekliği (=bu dünyayı) eksene alan bir kültür olması, Batı kültürünün, salt fizikötesi gerçekliği eksene alan Hinduizm, Şintoizm ve Budizm gibi Doğu dinleri / kültürleri ile "tüketici", "düzleştirici", "etkisiz hale getirici" ilişkiler içine girebilmesini kolaylaştırmıştır. Oysa Batı kültürünün; fizik gerçeklikle fizik ötesi gerçekliği aynı anda meczeden İslam kültürüyle tıpkı Doğu kültürleriyle girdiği ilişkilere benzer ilişkiler içine girmesini zorlaştırmaktadır.

Müslümanlık; fizik gerçekliği eksene aldığı için şiddet yüklü "pratikler" üreten Batı kültürüne karşı kendine özgü direniş biçimleri geliştirmektedir. Müslümanların, tarihlerinin en büyük kriz dönemlerinden birini yaşamaları, yaşadıkları krizin büyüklüğüyle orantılı olarak yepyeni arayışlar/keşifler içine girmelerine zemin hazırlıyor.

Paradigma''sız yola çıkmak!

Bugüne kadar meseleyi, kaybedilen iktidar aygıtlarını yeniden ele geçirmek şeklinde algılayanlar, kitlelerin kendilerini müslümanlıktan uzaklaştırdığı zannedilen pratiklere karşı insiyaki olarak geliştirdikleri ve önümüzdeki onyıllarda daha da belirginleşecek olan "direniş" ("tepki" değil, silkiniş) biçimlerinin beslendiği dinamiklerin nerede yattığını görmekte zorlandılar. Çünkü soruna, salt hayatın görünen alanlarında etkin olabilen YAPIların (=iktidar aygıtlarının) -aslında- arızi olan yıkımları açısından baktılar. Oysa, hayatın görünen alanlarına çeki düzen veren yapıların, bir süre sonra kısa devre yaparak işlevsiz, anlamsız ve işleyemez hale geldiğini çok iyi gösteren, insan hayatının görünmeyen / ASLİ alanlarında yatan; görünen alanları da yönlendirebilecek, harekete geçirebilecek güce sahip deruni DİNAMİKleri gözardı ettiler.

İşte bu dinamiklerin ortaya çıkarılabilmesi için uzun soluklu bir icat, inşa ve imar ameliyesine soyunmak gerekiyor. Müslümanlar, bugüne dek, her şeyden önce köklü ve çaplı bir entelektüel, kültürel, sanatsal, toplumsal İCAT ve İNŞA faliyetinin hayatiyetini farkedemedikleri için, işe tersinden, en son noktadan, yani İMAR işinden başladılar. Sonuç, işe tersinden başlamanın kaçınılmaz olarak zuhur ettirdiği "primitif, derme çatma yapılar" şeklinde tezahür edince, "bu iş buraya kadarmış" dediler.

Oysa sahip olunan dinamikleri harekete / kuvveden fiile geçirebilmek önce fetret dönemini aşmamızı mümkün kılacak yeni bir paradigmanın icat ve inşa edilmesi, bu paradigmanın farklılaşan koşullarda hayatımızı nereye kadar anlamlı kılabildiğinin sınanması gerekiyordu.

Bu "bayram şekeri"ne devam edeceğiz!

24 yıl önce
Önce paradigma!
ABD içeriden kuşatıldı! Başkenti işgal altında. Çöküş durdurulamaz.
2019 yılında ekonomik büyüme
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!