|
Selefîlik, tasavvuf ve Protestanlaşma tehlikesi (1)

Medeniyet, (yeri geldikçe vurguladığım gibi), kısaca, bütünlük fikri''dir: Yaratıcı, kâinât ve insan''dan oluşan hakîkat tasavvurunun ontolojik hiyerarşik düzeninin yerli yerince, tersyüz edilmeden kavranması, idrak ve ifade edilebilmesi çabasıdır.

Bu anlamda, Türkçeye son derece yanlış bir şekilde "medeniyet" ya da uyduruk bir şekilde "uygarlık" olarak tercüme ettiğimiz sivilizasyon ise, modern / seküler algılama biçiminin hem ürünü, hem de yeniden ifade edicisi ve üreticisi, şiddete dayalı ve her bakımdan şiddet üreten bir "söylemsel pratik"tir.

Sivilizasyon, medeniyet gibi bütünlük -dolayısıyla denge ve düzen- fikrine dayanmaz; aksine, çatışma (Tanrı ile insan, ruh ile beden, türlü ırklar, etnisiteler ve entiteler arasında irtibatsızlık ve çatışma), düzensizlik ve dengesizlik (ifrat ile tefrit yani iki uç arasında gidip gelme), kısacası hakîkatin parçalı olarak, atomize edilerek algılanması, daha da kötüsü, "parça"nın, "bütün" katına yükseltilmesi (dolayısıyla "insan"ın, "akl"ın, "tabiat"ın, arzuların, hazların, fetişlerin) mutlaklaştırılması, kutsanması yani putlaştırılması fikrine dayanır.

O yüzden, "Batı medeniyeti" ifadesi yanlıştır. Batı, medeniyet olamaz; hiçbir zaman da olamamıştır.

Bütün dünya ölçeğinde Batılı, dolayısıyla parçalı, parçayı tanrılaştırıcı, -dolayısıyla indirgemeci, dolayısıyla hakîkat fikrinden yoksun- dolayısıyla varlığa ve hakîkate temelden saldıran agresif, tahakkümcü seküler / kapitalist Batı sivilizasyonunun kavramları, algılama ve varoluş biçimleri hâkim olduğu, hâkim kılındığı için, küresel bir medeniyet buhranıyla karşı karşıyadır insanlık. Bu küresel medeniyet buhranından Çinliler de, Hintliler de, Ruslar da, Avrupalılar da ve tabiî müslümanlar da nasiplerine düşeni alıyorlar kaçınılmaz olarak.

Batı sivilizasyonu, felsefî olarak İkinci Sanayi Devrimi''yle birlikte tarihinin en büyük krizini yaşamaya başlamıştır: Ancak "araçlar" (bilim, teknoloji ve askerî güç üreten bütün vasıtalar) üzerinde eşi görülmemiş bir hâkimiyet gerçekleştirmeyi başardığı için, Batı sivilizasyonunun yaşadığı felsefî bunalım, ayartıcı ve estetize edici yöntemlerle (özellikle de medyatik ayartmayla birlikte) gizleniyor, perdeleniyor ve dolayısıyla erteleniyor. Baudrillard, bu durumu, "aşırı bir şekilde şişmiş bir balon"a benzetiyor ve "bu balonun patlamasının ân meselesi" olduğunu söylüyordu.

Batı sivilizasyonunun, geri dönüşü imkânsız bir felsefî / zihnî krizin eşiğine sürüklendiğini özellikle Nietzsche görmüş ve "Batı uygarlığının bize söyleyebileceği tek yeni şey, yeni bir şey söyleyemeyeceği gerçeğidir" demişti. Ardından Heidegger-sonrasında ortaya çıkan bütün büyük düşünürler, bu felsefî krize dikkat çekmişler, önce Tanrı''nın, ardından hakîkatin, insanın ve tabiatın yok ediliş sürecine yoğunlaştırmışlardı dikkatlerini.

Özetle, Batı sivilizasyonu, bizzat kendisi felsefî bir krizle karşı karşıyadır; bütün küre ölçeğine yayıldığı için de, bütün insanlığı büyük bir felsefî krizin, genelde ise medeniyet buhranının eşiğine fırlatmıştır.

İşte tam bu noktada, Batı sivilizasyonun bütün insanlığa yaşattığı bunalımı kavramamızı, anlamlandırabilmemizi ve aşabilmemizi mümkün kılabilecek zihnî / felsefî derinliğe ve enstrümanlara yalnızca İslâm''ın sahip olduğunu, İslâm''ın önünün kesilmeMesi hâlinde Batı sivilizasyonunun zaaflarının, yükselen bir İslâmî medeniyet dalgası ile kolaylıkla deşifre edilebileceğini, bütün bu sürecin, İslâm dünyasının, bir yandan köklü bir medeniyet sıçraması gerçekleştirmeye, öte yandan da bu sıçramanın tabiî sonucu olarak Batı sivilizasyonunun haksız, hukuksuz ve agresif küresel hâkimiyetine önce entelektüel düzlemde, sonra da kaçınılmaz olarak siyasî, iktisadî ve kültürel düzlemde İslâm dünyasının hem itiraz edebileceğini, hem de adaletin, hakkaniyetin, ahlâkın, estetiğin hayata geçirilmesini mümkün kılacak, bütünlük fikrine dayalı bir medeniyet sıçramasının yalnızca İslâm dünyasından gelebileceğini gördüğü için, Batılılar, dışarıdan İslâm''ı tehdit olarak konumlandırma, içerden ise, sekülerleştirmek demek olan Protestanlaştırma projesini hayata geçirmekten başka seçenekleri olmadığına karar verdiler.

Cuma günkü yazıda selefîlik ve tasavvufun bu Protestanlaştırma sürecinde ne tür bir "katkı" sunmasının düşünüldüğünü göstermeye çalışacağım.

15 yıl önce
Selefîlik, tasavvuf ve Protestanlaşma tehlikesi (1)
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti