|
ABD’nin eski konsolosluk elemanını kurtarma operasyonu

15 Temmuz sonrası yaşanan gelişmeler, ABD’nin darbeciler ile muhtemel ilişkilerine dair söylentiler ve konsolosluk irtibat memuru adı altında bir çalışanın karanlık bağlantılarına dair tartışmalar ile yeni bir boyut kazandı. Aslında söz konusu kişi açığa çıkmasaydı bile ABD’nin Türkiye’deki temsilcilerinin en azından bir bölümünün darbe girişiminde parmağı olduğu tahmin edilen bir husustu.



ABD’NİN TÜRKİYE İLE
İLİŞKİLERİNDEKİ SABIKASI

Metin Topuz’un gözaltına alınması ile bu tahmin daha somut bir hal aldı. Tabii ki garabet bununla bitmedi. ABD diplomatik kuralları yok sayarak hızlı bir tepki ile vizeleri askıya alırken, konsolosluk çalışanının gözaltına alınmasını da gerekçe gösterip aba altından sopa gösterdi. Elemanlarının tâbi olduğu mahkeme sürecine çaresiz rıza gösteren ABD, Türkiye’nin delil olarak gördüğü sanığın telefonunu kendi malı olduğu gerekçesi ile talep ederek, diplomasiye yeni bir kavram kazandırdı: “Telefon dokunulmazlığı”. Birkaç sahte resim ve görüntü ile Irak’ı işgal eden ABD, şimdi uluslararası sözleşmelere umut bağlayarak, telefonun ve sim kartının iade edilmemesini, daha doğrusu incelenmesini, Viyana Sözleşmesi'ne aykırı bulmakta.

Aslında buraya kadar anlatılanları herkes biliyor, tartışıldı ve mesele aydınlanıncaya, ya da ABD himayesindekileri terk edinceye kadar da tartışılmaya devam edilecek. Ancak unutulmaması gereken şey, ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde bu tür olayların ilk olmadığıdır.
Türkiye-ABD ilişkileri genellikle Soğuk Savaş'ın gölgesinde okunduğu için tarihi önemi haiz pek çok şey gözardı edilmektedir.
Tarihe kulak vermemek ve uyarılarını dikkate almamak hataların tekrarına sebebiyet verir. Nitekim filmi biraz geriye çekip seyrettiğimizde ABD’nin, tarihimizde onlarca sabıkasının olduğunu rahatlıkla görürüz.
Lafı uzatmadan söyleyelim... Herkes Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasında İtilaf Devletleri'nin rolünü hele de Sykes-Picot’u abartı ile anlatırken, Wilson’un ABD’sini masum gösterir. Oysa Osmanlı toplumuna ilk ayrılıkçı tohumların ABD eliyle ekildiğini unutmamak gerekiyor. Anadolu’da ve İstanbul’da faaliyet gösteren misyoner okullarının neredeyse
bütün ayrılıkçı liderleri nasıl eğittiğine tarih şahittir.
Asırlarca Anadolu’da birlikte yaşayan Müslüman ve Ermenileri birbirlerine düşman yapan yine ABD’nin buradaki uzantıları olmuştur.
İşte burada ilginç bulacağınız
tarihi bir olayı
anlatalım. Anlatalım ve Metin Topuz hadisesinin tek örnek olmadığını hatırlayalım.
ABD’DEN II. ABDÜLHAMİD’E MEKTUP

1890’lı yıllarda Doğu Anadolu’da ABD’li misyonerlerin kışkırttığı Ermeniler yer yer isyan ettiklerinde alınan tedbirler ve uluslararası çabalar ile teskin edilirler. Osmanlı’nın tedbirleri ABD tarafından da sözde memnuniyetle karşılanır ve hatta övülür. Ancak misyonerleri iş başındadır. Boş durmazlar. Ermenileri kışkırtmaya devam ederken provokatif eylemlere de önayak olurlar.

Chicago Tribune
’ün 21 Aralık 1894 yılı nüshasında tam da aradığımız ilginç bir hikaye yer alır:
ABD’li 300 bin kadını temsilen
Osmanlı Sultanı'na gönderilmek üzere Beyaz Saray’a teslim edilmiş bir mektubun hikayesi anlatılmaktadır. Haberin başlığı şöyledir. “Şahag Mehdissiyan’ın serbest bırakılması için
Amerikan kadınlarının Osmanlı Sultanı'na dilekçesi
” (American Woman Petition the Sultan of Turkey to Free Sahag Mahdissian).

Dilekçe denildiğine bakmayın tam bir yakarış ve merhamet dilenme mektubu. Durup dururken nereden mi çıktı dersiniz bu mektup. Tam da bugün yaşananlara benzer bir olaydan.

Ermeni Sahag Mehdissian, Harrison’ın elçiliği sırasında
ABD’nin bir konsolosluk görevlisidir.
Sonra bu görevi bırakıp (aslında yeni bir göreve atanıp) Sivas’ta ABD okulunda hocalık yapmaya başlar. Habere göre bir gün kendisine bir genç Ermenice bir yazı getirip Türkçe'ye tercüme etmesini ister. O da -yine habere göre- bunun ne maksatla kullanılacağını bilmeden tercüme edip iade eder. İnanırsanız devam edelim.

Tercümeyi alan kişi bunu sırtına asarak pazarda dolaştırır. Yazıda “İsa Mesih’in geleceği ve imparatorluğunu kuracağı” yazılıdır. O ortamda bu durum düpedüz Osmanlı idaresine bir tavır, hatta isyana teşvik olarak değerlendirilir. Tabii hükümet devreye girer ve hem o şahıs ve hem de tercümeyi yapan Mehdissian yargılanır ve Fizzan’a sürülürler.

İşte bundan sonra ABD, diplomatik kanallar ile devreye girer.
Eski konsolosluk çalışanlarının masum olduğunu, yazı ile alakası olmadığını
beyan ve tehditvari bir yöntemle affedilmesini ister. Ama yargı kararını vermiş, mahkumlar çoktan sürgün yerine yollanmıştır. Son çare olarak Amerikan kadınları devreye sokulur. Gazete haberinde sözü edilen mektup tertip edilir. Mektup öyle sessiz sedasız gönderilmez. Kamuoyunu harekete geçirecek bir tarzda ve hikayenin tamamı gazetelerde ilan edilerek, Osmanlı Devleti üzerinde baskı oluşturacak bir şekilde yola çıkarılır.

Mektubun gerçek olup olmadığını merak ettim. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bir izine rastlar mıyım diye araştırmaya koyuldum. Mektubu buldum ve II. Abdülhamid’e ulaştırıldığını tespit ettim.

Mektup doğrudan Sultan'ın duygularına ve vicdanına hitap eden yalvarıcı bir eda ile kaleme alınmıştı. Kendilerini Amerika'nın 44 eyaletini temsil eden rahibeler olarak sunarak, “kardeşimiz” dedikleri Mehdissian için Sultan’dan af dilemektedirler. Padişaha, “
O,
asla senin imparatorluğuna ve devletine karşı gelmedi, yaptığı şeyi bilmeden ve sadece oradaki insanlara bir yardım olarak yaptı
” diyerek o “küçük suçun” affedilmesini talep ediyorlardı.

Eski konsolosluk çalışanının masumiyetine inandınız mı bilmem ama bugüne ne kadar benziyor değil mi? Hani atasözünde olduğu gibi: “Gündüz külahlı, gece silahlı”. Eminim siz şimdi hikayenin sonunu merak ediyorsunuz, oysa asıl hikaye şimdi başladı ve gerçekten ben de sonunu merak ediyorum.

#ABD
#Konsolos
#Kriz
6 yıl önce
ABD’nin eski konsolosluk elemanını kurtarma operasyonu
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset