|
Pompeo’nun Ürdün, Mısır ve Körfez misyonu

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Paris’te Barış görüşmelerinin başladığı, ABD Başkanı Wilson’un açık kapı politikalarını deklere edip, Milletler Cemiyeti kurmak için dünya turuna çıktığı sıralarda; Kahire’de daha somut bir iş hayata geçiriliyordu. Mısır’da uzun süre faaliyet gösteren Protestan bir ailenin içinde doğmuş ABD kökenli papaz Charles Watson, Amerika’dan aldığı eğitim, para ve kilise vakfının desteği ile Kahire’ye dönüp, geleceğin bölge liderlerini yetiştirmek üzere Amerikan Üniversitesini kuruyordu.



ABD Dışişleri Bakanı Pompeo geçen perşembe günü Kahire Amerikan Üniversitesinde yaptığı konuşmasıyla bir asırlık ekimin hasadını yaptı. Konuşmasının sonunda şöyle diyordu:

“Bugün burada anlattığım müşterek tarihimize bakın. Birlikte savaştığımız ortak düşmanlarımıza bakın. Koalisyon yapımıza bakın. Sonuçta bir asırdan beri var olan bu Üniversitede çevrenize bakın. Bunun gibi Ortadoğu’da Beyrut’tan Süleymaniye’ye birçok Amerikan Üniversitesinin varlığı tesadüfi değildir..”

POMPEO “YENİDEN” DİYOR

Bu yazının konusu, –kuruluş amaçlarındaki rezervlerimize rağmen-, yüzyıldır Ortadoğu’da eğitim faaliyeti ile temayüz etmiş Kahire Amerikan Üniversitesinin tarihçesini anlatmak değildir. Bu üniversite diğer misyonlarının yanı sıra 2005’te Cumhuriyetçi Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 2009’da Demokrat Başkan Barack Obama ve şimdi de ABD Dışişleri bakanı Pompeo’yu ağırladı. Adeta İslam dünyasına mesaj verme kürsüsü, ya da biat alma mekanı olması bu üniversitenin ABD adına işlevini gösteren en bariz delil değil midir?

Bu sütundaki son yazımda, Pompeo’nun çıktığı geziye dikkatleri çekmiştim. Trump’ın temsilcisi sıfatı ile Bolton’un kısa Ankara temaslarından ziyade, Pompeo’nun Ürdün, Mısır ve Körfez Ülkeleri’nin ziyaretine odaklanılması gerektiğini yazmıştım. Bana göre Bolton’un ziyareti, yeni pazarlıklar arayışının yanı sıra Pompeo’nun girişimlerini perdeleme amacını da gütmekteydi. Tump’ın çıkışları, sosyal medya üzerinden bölgeden elini-eteğini çekeceğine dair işaretler vermesi, bölgeyi takip eden analistlerin kafalarını karıştırmaktadır. Muhtemelen bu kafa karışıklığı karar alma mekanizmalarına da yansımaktadır. Bu yüzden “Trump’ın siyasi tavırları ile ABD’nim kadim politikalarını” ayırt etmemiz gerektiğini sürekli vurguluyorum.

Ortadoğu’da ABD’nin yüzyıldan fazladır işbirliği yaptığı kadim müttefikleri ve aynı zamanda Trump’ın yeni müttefikleri vardır. Bu iki kesimi de birbirinden ayrı tutmak gerekmektedir. Trump’ın müttefikleri kendisi gibi geçici, ancak ABD’nin müttefiklerinin -en azından şimdilik- kalıcı olduğu unutulmamalıdır. Trump siyasetinin uygulayıcısı olarak görülen Pompeo’nun Kahire Amerikan Üniversitesinde yaptığı yaklaşık üç bin altı yüz kelimelik konuşmasında da bu durum net bir şekilde kendini göstermiştir. Pompeo, Trump’ın iki yıla yaklaşan siyasetini anlatırken bile onlarca defa, “yeniden” veya “yenileme” ile başlayan kelimeler kullanarak, ABD’nin bölgedeki siyasetinin sürekliliğine vurgu yapmıştır.

Pompepo’nun, geçmişte çeşitli görevleri ve CIA direktörü sıfatı ile bölgeye yaptığı ziyaretlerini hatırlatarak konuşmasına başlaması boşuna değildi. Belki yeni olan husus bu sözlerin devamında ABD’deki Evanjelik yükselişi de temsil ettiğini ifade etmesiydi. Pompeo’nun konuşmasının dördüncü cümlesinin buna ayrılması anlamlıydı:

“Bu seyahati, bir Evanjelik Hristiyan olarak, özellikle Kıpti Kilisesinin Hz. İsa’nın doğumu ihtifallerinin hemen sonra yapmış olmam benim için çok anlamlıdır. Bu çok önemli bir tarih. Hepimiz İbrahim’in çocuklarıyız. Hristiyanlar, Müslümanlar, Yahudiler. Ben, ofisimdeki masamda bana Allah’ı, onun sözlerini ve gerçeği hatırlatması için İncil’i açık tutuyorum.

ÜNİVERSİTE KÜRSÜSÜ MÜ KİLİSE Mİ

Pompeo, üniversite kürsüsünde, bir kilisedeki din adamı edası ile başlattığı konuşmasına; “Ben asker olarak eğitildim, bu yüzden gerçeği doğrudan söyleyeceğim” diyerek realist yönünü de göstermiştir. Nitekim bu konuşmayı analiz ettiğimizde üç önemli konuya odaklandığını söylemek mümkündür:

Birincisi ABD’nin bölgedeki menfaatlerinin geçmişten bağımsız düşünülemeyeceğidir. Nitekim sık sık ABD’nin bölgedeki varlığının tarihine dikkatleri çekmektedir. Hatta Obama dönemini bu tarihi ihmal etmekle suçlamaktadır. Kuzey Afrika’da Fas ile 1777’de, Körfez’de Uman ile 1833’te kurdukları ilk ilişkileri hatırlatıp ABD’nin yüzlerce yıldır Ortadoğu’da olduğunu söylemektedir. Pompeo, Mısır ile olan tarihi ve Ürdün ile 70 yıllık diplomatik ilişkileri vurgulamayı ihmal etmeden bir tarih dersi vermektedir. Muhtemelen bu tarih dersini diğer ülkelerde yapacağı konuşmalarda sürdürecektir.

Konuşmasının ikinci mesajı, aslında birinciyi tamamlayan ve asıl amacı gösteren niteliktedir. Lübnan’da, Irak’ta, Suriye’de ve Yemen’de İran nüfuzu ve sahadaki varlığı ile Körfez ülkelerini tehdit eden İran’a karşı işbirliğini önermektedir. Daha doğrusu önce korkutmakta ve sonra âmir bir hükümle emretmektedir. Milyonlarca savaş mağdurunu yok sayarak, Yemen’deki koalisyona desteğe devam yemi ile Körfez ülkelerini tatmin edip İran’a karşı İsrail’in silah kapasitesinin arttırılacağını deklere etmektedir. Bu açıdan son iki yıl içinde İsrail ile Körfez ülkeleri arasında yaşanan yakınlaşmaları büyük bir övgü hatta inanılmaz başarı olarak anlatırken, sözü Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınmasına getirmektedir. Pompeo, Trump’ın bu girişimini överken bile bunu, ABD’nin eski siyasetinin hayata geçirilmesi olarak niteleyip, sürekliliğe işaret etmektedir.

Bizi yanıltmayan bu konuşmadaki üçüncü husus ise; DAEŞ ile verilen mücadele ve nihayetinde elde edilen zaferden sonra ABD askerlerinin Suriye’den çekilmesidir. Bu konudaki fikirlerimi daha önce de yazmıştım, tekrara hacet yoktur. Ama Pompeo’nun bu konuda “Amerika’nın her geri çekilmesini kaosun takip ettiğini” söylemesi bile niyetini açıklamaya yeterlidir. Ardından “Amerika terörle savaş bitinceye kadar geri çekilmeyecektir” ifadesiyle, ABD’nin kararlılığını bildiren Pompeo; değil geri çekilmek, aksine ABD’nin varlığını güçlendirme misyonu ile bölgeye geldiğini bir kere daha vurgulamıştır.

Hatalar tekerrür etmeseydi, tarih tekrar etmezdi. Bu yüzden tarih okumaya devam edelim. Mesela Mondros anlaşmasına rağmen, Musul ve Anadolu’nun hangi bahaneler ile işgal edildiğini bir kere daha hatırlayalım.

#ABD
#Irak
#Mike Pompeo
5 yıl önce
Pompeo’nun Ürdün, Mısır ve Körfez misyonu
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi