Uzun yıllar yurt dışında yaşadım. Oraya gidince ne olduğunuzu ve kim olduğunuzu daha iyi anlıyorsunuz. Kaldığım sürede içinde, bizi anlatan evrensel bir iş yapma düşüncesi doğdu. İlk önce Osmanlı’da adalet mekanizmasını anlatan bir dizi yapma niyetindeydik. Yadıkça karakterler ortaya çıktı ve bu adalet hikâyelerini polisiyeye bağlamak istedik. Kendi nüvelerimizden doğan bir hikâye oldu.
Bizde ‘Adalet’ denilince akla Osmanlı gelir. Dizide hangi makamda olursa olsun kişilerin doğal yaşamlarına yer vermek istedik. Her polisiyede iyi bir şehir olur. Bu yüzden Kocaeli’nde 55 bin metrekarelik bir platoda eski İstanbul’u dizayn ettik. Osmanlı imparatorluğunun başkentini yapmak bugünkü İstanbul’u yapmaktan daha zor oldu. Maddi hatalar yapmamak için tarih danışmanlarımızdan fikirlerini alıyoruz.
TARİHİ BİR MİSYONUMUZ YOK
Zamansızlığın daha doğru olacağını düşündük. Tarihsel bir misyonumuz yok. Sadece hikâye anlatıcısıyız. Osmanlı’nın son dönemlerini ele alıyoruz.
Bugünü anlatma gayesi gütmedim. Bazı şeyler zamansız işliyor. Entrika dolu bir tarihimiz var bugün de artçılarını yaşıyoruz. Adalet gibi değerler evrensel. O yüzden bugünden bazı şeyler bulabiliyoruz.
Amacım, hem polisiye hem de Osmanlı hikâyesi yapmak. Osmanlı polisiyesi bir kere diğer polisiye türlerinden farklı. Biz dönemi plato olarak kullanıyoruz. Evet, Türkiye’de polisiye çok fazla yapılmıyor. Buna rağmen biz şuanda kendi kitlemizi oluşturmuş durumdayız. Reyting bir yana sosyal medyaya fenomen haline geldi. Yaptığımız işin birkaç yıl sonra daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.
O dönemlerde Paris ve Londra da ne yaşanıyorsa aslında İstanbul’da da aynı şeyler yaşanıyor. İzole değiliz. Kadı Gıyasettin Hatemi karakteri çok üstüne düştüğümüz bir karakter. Çünkü Osmanlı adalet sisteminin yansıması. Türkiye ABD’den sonra en fazla dizi ithal eden ülke. Filinta ile evrensel dili yakalamak istiyoruz.
Hayır. Örnek almadık çünkü yaptığımız şeyin yegane olması gerekiyor. Eğer biz o porjeyle anılırsak orijinalliği kaybolur. Sherlock Holmes 1890’lı yıllarda yazılmış bir polisiye. Biz ise bugün yazıyoruz. Filinta’nın kendi kendine marka olmasını istiyoruz.
Evrensel senaryolarla kendi hikâyemizi oluşturmaya çalışıyoruz. Yurt dışından danışman getirtmemizin sebebi de buydu. O yüzden Bobby Roth’tan yönetmenlik yapmasını beklemedik, sadece danışmanlık yapmasını istedik. Ona “Siz bir dizi çekiyorsunuz ve 80 ülkeye pazarlıyorsunuz. Bunu nasıl yapıyorsunuz?” Diye sorduk. Onlar hikâyeleri evrensel kodlara dayandırarak senaryo yazıyorlar. Evrensel demek, yazdığımız hikâyeyi ABD’de de çekebileceğiniz anlamına geliyor.
KADI GIYASEDDİN ROL MODEL OLMALI
Her bölümün başlayan ve biten bir hikâye yazıyorum. Bir de ana hikâye var. Bu bir polisiye yazarlığı için çok önemli bir unsurdur. Bu Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen bir yazım tekniği diyebiliriz. Tabi böyle bir senaryoyu kısa sürede yazmak daha zor.
Tarihimiz bu, olmayan hiçbirşeye yer vermedik. Kadı müessesesi Osmanlı adalet sisteminin çok önemli bir halkasını oluşturuyor. Yola çıkarken ezber bozacağımızı biliyorduk. Kadı Gıyasettin’in ve Filinta Mustafa’nın rol model olmasını istedik. Kadılar mahallenin kaymakamı ve denetleyicisi, ilim irfan sahibi insanlar. Bu dizi Osmanlı'ya iade-i itibar ve o insanlara saygı duruşudur.
Evet, onlar gerçek hikâyeler. Kadı gerçekten böyle bir olay üzerine o mahalleyi cezalandırmıştır. Komşuluk hakkı önemli, kimse komşusu açken tok olarak yatağa girmez. Mesela yine bir sahnede Kadı, geceleyin mahallede ışığı yanan insanların bir derdin mi var deyip evlerini ziyaret ediyor. Bu olay da gerçektir.
Yahya Efendi'yi örnek aldım
Hepsi değil. Kadı Gıyasettin’i yazarken Yahya Efendi’yi örnek aldım. Boris karakterin de Osmanlı’da yaşayan bir karakterden yola çıkılarak yazıldı. Birebir gerçek değil. Filinta Mustafa, tamamen bizim yazdığımız bir karakter.
Olabilir. Hem Abdülhamit hem de Abdülaziz olarak düşünebilirsiniz. İzleyicinin yorumuna bağlı. Burada gösterdiğimiz padişah, o dönemdeki padişahla birebir. Genel bir padişah profili ortaya koyuyoruz. Padişahı sadece kararlar alan biri olarak değil, aynı zamanda doğal haliyle görmek istiyoruz.
Hayır. Ben televizyon bile seyretmiyorum. Dönemin siyaseti ve arka sokaklarına paralel olarak senaryoyu yazıyorum.
Osmanlı'nın sokaklarını göstermek istiyoruz
Evet, o yüzden hikaye anlatıcısı olmaya karar verdik. Tarihte geçen bir dizi yapıyoruz ama tarihi anlatmıyor. Osmanlı'nın sokak hikayelerini ve hayatını göstermek gibi bir misyonumuz var.
Çok didaktik olmazsa doğal ve samimi olursa insanların ilgisini çekmeyi başarabilir.
Evet. Fakat eleştiriyi bu tür yapımlardan soyutlayamazsınız. İstediğiniz kadar ucu açık yapabilirsiniz ama nereye varacağını da kestirmeniz gerekir. Kime dokunduğunu hesap etmeniz lazım. Eleştirilere göre bir form üretmeye kalkarsanız Kadı Gıyasettin gibi bir karakter ortaya koyamazsınız. Mesela o padişah baston yapamaz. Kahramanlaştırmayı çok seviyoruz. Ama kahraman dediğiniz kişi de sonuçta insan ve hata yapar.
O dönemi merak ediyorum
Filinta’nın Lara’sı, Damla Aslanalp, son dönemin parlayan yıldızlarından. Kızıl saçlarıyla Meryem Uzerli’ye benzetilen Aslanalp, daha ikinci projesi olmasına rağmen bu sektöre hızlı bir giriş yaptı. Almanya’dan Türkiye’ye geleli bir sene bile olmayan Aslanalp, çok şanslı olduğunu söylerken proje için “Osmanlı’yı hep merak ediyordum, projede yer aldığım için çok mutluyum” diyor.
Hayır, Almanya’da doğup büyüdüm. Almanya’dayken bir doktorun yanında çalışıyordum. Oyunculuğa Türkiye’de başladım. Kadim Dostum dizisi bittikten hemen sonra buraya geldim. Osmanlı dönemini çok merak ediyordum ve hep böyle bir proje içinde olmak istiyordum. İyi bir kadroyla çalışıyorum. Kostümlü bir filmde oynamak ayrıca güzel, kendimi içinde çok iyi hissediyorum.
Geçtiği dönemi araştırdım. Nasıl davranırlar, ne yer ne içerler hepsi hakkında bilgi sahibi olduktan sonra role çalıştım. Bunun da çok faydasını gördüm. Gayrimüslim bir ailenin kızını canlandırıyorum.
İzmit’te yaşıyorum. Halamlar İstanbul’da kalıyor, işim olduğunda oraya gidiyorum. Daha önce Türkiye’ye izin yapmak için yılda iki hafta mutlaka geliyordum. Almanya’da yeşillikler içinde küçük bir kasabada yaşıyordum. İstanbul’a geldiğimde ilk zamanlar bana çok kalabalık geldi. Alıştım, burada çok rahatım.
Kitap okudum, Türk dizileri izledim. Konuşarak geliştirdim.
İlk geldiğim zamanlar çok korkuyordum. Gözümü çok korkutmuşlardı. Bana camia için "kurtlar sofrası, çok dikkatli ol" demişlerdi. Allaha şükür bugüne kadar hiç öyle olumsuz bir şey yaşamadım.
Oyunculuk hep benim için bir rüya gibiydi. O kadar iyi oyuncu var ki. Hep olamaz imkânsız gibi geldi bana. Ama oldu.
Şuanda amacım işimi elimden geldiği kadar en iyisini yapmak. Kendimi geliştirmek istiyorum. Bir sinema filminde oynamak çok isterim. Kötü kadın rolü oynamak hayalim. Dizide Serhat Tutumluer çok iyi oynuyor, oynadığı rol nedeniyle hayranım.
Kıyafetleri giydiğim, makyajım yapıldığı ve sete adım attığım an zaten o dünyanın içine giriyorum. Kendimi biranda o zamanda buluyorum.
Şuanda bana yabancı gibi geliyor. Şuanda dizide kendi sesimle kullanmıyorum. Telaffuzumun düzelmesini bekliyorum. Uygun bir hale geldiği zaman kendi sesimle dublaj yapmak çok isterim.
Yetenekliyim demem doğru olmaz ama çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Bu yaşadıklarım başkalarına göre imkânsız addedilen şeyler.
İçindeyken çok zor şartlarda çekim yapıldığını gördüm. Bu zorlukları çektiklerini bizzat görünce hayran kaldım. Oyuncuların sette uyuduklarına inanmazdım. Gerçekten öyleymiş ben de sette uyuyorum bazen.
Etkilenmek istemediğimden hakkımda yazılanlara hiç bakmıyorum.
Ülke olarak değil ama ailem orada olduğu için ailemi özlüyorum. Oradaki yaşam tarzını bazen aradığım oluyor. Özellikle trafiğe çıkarken.