|

70. yılında BM’nin revizyonu zorunludur!

Uluslararası krizlere çözüm olamayan BMGK'da yapılması gereken, sürekli üyelerin veto yetkisi pratiğine son verilmesidir. İkinci olarak da, belki de asıl olması gereken de budur, sürekli üyelik uygulamasının kesin olarak bir son bulmasıdır.

Yeni Şafak
04:00 - 28/06/2015 Pazar
Güncelleme: 22:10 - 27/06/2015 Cumartesi
Yeni Şafak
Doç. Dr. Adil ŞAHİN

KTÜ- Hukuk Fakültesi


Birleşmiş Milletler Örgütü'nün hâlihazırdaki çalışma usul ve esası, “uluslararası barışın ve güvenliğin sağlanmasına” ve “insan haklarının uluslararası alanda korunmasına” etkin bir şekilde hizmet etmemektedir. Dünyanın öteki bölgelerinde olduğu gibi, Filistin'de ve Suriye'de işlenen insanlığa karşı suçlar da, BM tarafından bir ölçüde görmezden gelinmekte, sorununun çözümünde etkili bir şekilde inisiyatif almaktan ısrarla kaçınılmaktadır. Her ne kadar uluslararası hukuk metinlerinde “insani amaçlı müdahale” konusu düzenlenmiş değilse de, en azından ağır insan hakları ihlallerinin olduğu durumlarda BM Güvenlik Konseyi'nin seyirci kalması, BM Örgütü'nün varlığını ve işlevini sorgulatmaktadır!



BM BAŞARISIZ OLDU


BM Örgütü, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuştur. Savaşın galibi olan devletler, savaş öncesinde ve savaş sırasında kurdukları birlik ve dayanışmanın savaş sonrasında da uluslararası düzlemde olmak kaydıyla sürdürülmesini hedeflemişlerdir. BM Örgütü, 26 Haziran 1945 tarihinde BM Şartı ile kurumsallaştırılmıştır. BM Şartı ile “insan hakları”, ilk kez “açık bir şekilde” uluslararası hukuka konu olmuştur. BM Şartı'nın daha “Başlangıç” kısmında “gelecek nesilleri savaş yıkımından kurtarma” kararlılığı belirtilmekte ve hemen ardından “insan haklarına, insan onuruna, ulusların haklarda olan eşitliğine” vurgu yapılmaktadır. BM Şartı'nın insan haklarına ilişkin olan düzenlemelerini “doğrudan insan haklarına yer veren” ve “dolaylı olarak insan haklarına yer veren” şeklinde ikiye ayırabiliriz. BM Şartı'nın 1. maddesinde “insancıl nitelikli uluslararası sorunların çözümünde ırk, dil, din ve cinsiyet ayrımcılığı gözetilmemesine” ve “herkesin insan haklarına saygı gösterilmesi gerekliliğine” vurgu yapılıyor. BM Şartı'nın öteki maddelerinde de yine aynı eksende olmak üzere, “ayrımcılık yapılmadan insan haklarının gerçekleştirilmesi gereğine” atıf yapıldığını görebiliyoruz. Nihai tahlilde BM, bir yönüyle insan hakları alanında da faaliyetleri olan/(olması gereken) bir uluslararası örgüttür.



Aslında BM'nin temel faaliyet alanını (öteki faaliyetlerinin yanı sıra) “uluslararası barışın ve güvenliğin sağlanması” ve “insan haklarının uluslararası alanda korunması” şeklinde kısaca iki başlık altında ifade edebiliriz. Fakat BM'nin anılan bu görevlerini yerine getirmede pek de başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Niçin mi? Örneklendirelim:


1979'da Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgali; 1982 tarihli İngiltere ile Arjantin arasındaki Falkland Adaları savaşı; 1986'da Yeni Zelanda'da Greenpeace gemisi Rainbow Warrior'un batırılması ve mürettebatının öldürülmesi olayında Fransız gizli servisinin yer alması; 1989'da ABD'nin Panama'yı işgali; 1989'da Pekin'deki Tiananmen Meydanı'nda (Çin) yaklaşık üç bin sivilin öldürülmesi; 1991-1995 arasında Eski Yugoslavya'nın dağılma sürecinde (demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti “şampiyonu” olduğunu iddia eden) Avrupa'nın ortasında Bosna-Hersek'teki insanlığa karşı işlenen suçlar; 1994'te Ruanda'daki (Afrika) katliamlar ve daha günceli ise Filistin ve Suriye'de yaşanan ve yaşatılan katliamlar konusunda BM'nin hiç de başarılı bir sınav vermediğine dikkat çekebiliriz.



GÜVENLİK KONSEYİ'NİN SORUNLU ROLÜ


BM'nin, sorunların çözümünde etkili bir şekilde fonksiyonel işlemeyişinin temel sebebi olarak “Güvenlik Konseyi'nin çalışma usulü” (aslında “çalışmayışı” demek daha doğru) olduğunu görüyoruz. BM'nin öteki altı organından birisi olan Güvenlik Konseyi, on beş üyeden oluşmakta ve “süreklilik” temelinde çalışmaktadır. Güvenlik Konseyi'ndeki üyeler, “sürekli üyeler” ve “geçici üyeler” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sürekli üyeler (ABD, İngiltere, Çin, Fransa ve Rusya) beş adettir. Güvenlik Konseyi'nin karar alabilmesi için oybirliğine gerek yoktur. On beş üyenin dokuzu olumlu yönde oy kullanırsa, karar alınmış olunur; fakat beş sürekli üyeden herhangi birisinin kararı veto etmemesi gerekir. Sürekli üyelerden birisinin çekimser kalması ise veto anlamına gelmez. Sürekli üyelerin veto yetkisinin olması Güvenlik Konseyi'nden karar çıkartılmasını zorlaştırmaktadır/güçleştirmektedir. Sözü edilen olgunun da, BM'yi uluslararası barış ve güvenlik konusunda önemli bir ölçüde hiçleştirdiği söylenebilecektir. Bu sebeple de, Güvenlik Konseyi'nin çalışma usulü “demokrasi içinde diktatörlük” olarak anılmaktadır. Güvenlik Konseyi'nin anılan bu sorunlu çalışma yapısı, sürekli üyelerin kendi çıkarları doğrultusunda karar alma eğiliminde olmaları dolayısıyla, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden olayların önlenmesini ve insan haklarının uluslararası düzeyde korunmasını engellemektedir. Bu bağlamda geldiğimiz nokta, “evrensel düzlemde barış ve güvenliğin sağlanması” ve “insan haklarının uluslararası düzlemde korunabilmesi için” BM sisteminin hakkaniyete uygun ve makul bir şekilde revize edilmesi gereğidir.



SÜREKLİ ÜYELERİN VETO YETKİSİ KALDIRILMALI


Yapılması gereken, sürekli üyelerin veto yetkisi pratiğine son verilmesidir. İkinci olarak da, belki de asıl olması gereken de budur, sürekli üyelik uygulamasının kesin olarak bir son bulmasıdır. Çünkü dünyada “barış ve güvenliğin sağlanması” ile “insan haklarının uluslararası arenada korunması” amacı, beş devletin ulusal ya da bölgesel ya da küresel hegemonik çıkarlarına terkedilemez/terkedilmemelidir. İşbu sebeple dünya beşten büyüktür ve en önemlisi dünya beşten büyük olmalıdır.


#Birleşmiş Milletler Örgütü'
#insan hakları
#Güvenlik Konseyi
9 yıl önce