|

Araf’tan Fildişi Kule’ye: Cemil Meriç

Meriç, doktriner değildir, bir ideolojinin sözcülüğünü yapmaz. Kurtuluş reçeteleri kaleme almaz, esas işlevi kurtuluşçu ideolojilerin ipliğini pazara çıkarmaktır ama doktriner olamamanın da sıkıntısını çeker.

Yeni Şafak
04:00 - 13/07/2016 Çarşamba
Güncelleme: 23:00 - 12/07/2016 Salı
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
-Ercan Yıldırım

Yazar


Yirmi yaşına kadar Türkçü – milliyetçi, iki yıl sosyalist, ondört yıl arafta kaldı. Demokrat Parti iktidarı devrilip, 27 Mayıs rejimi gelince kendini Hind'e verdi. Sosyalizmin yerli bir havayla güçlendiği, İslamcılığın ve milliyetçiliğin ayrıştığı bir dönemde Hind'e kaçmayı tercih etti. Türk düşüncesinin hatta İslam düşüncesinin önüne Hind'i sundu, tutmadı. Adalet Partisi iktidarıyla birlikte Osmanlıcı oldu ömrünün sonuna kadar Osmanlıcılığını sürdürürken aslen, her zaman araf'taydı. Onu İslami kesim batılılaşma, aydın, cumhuriyet elitleri karşısında en galiz, en sert, en dik cümleleri kurduğu için sevdi.



Fildişi Kule'de Türk milletine ideoloji biçenlere karşı ideolojinin ne olduğunu, batı edebiyatını, doğu mistisizmini detaylarıyla anlattı. “İdeolojiler idrakimize giydirilen deli gömlekleri” cümlesi Cumhuriyet idaresinin çevresinde yaşayanlar için tutamak oldu, deniz feneri gibi ışıldadı fakat o Türk aydının içinde fildişi kulesini kendi yapan, o kulenin zirvesine kurulup başka kimseleri yaklaştırmayan yalnızlığını gün be gün perçinledi.



PARİS'TEN HİND'E... SÜRGÜN, YABANCI

Göçmendi, sürgündü, yabancıydı. Yalnızdı... Balkanlardan gelip Hatay topraklarına göçtükleri için aidiyet bağları neredeyse kopmuştu.



Şaman ve Yılmaz soyadlarını da kullandı, arayıştaydı, aramayı ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Çocukların her fırsatta dövmelerinden, aşağılamalarından bıkmıştı. Yıllar sonra bir yazar olarak kendini beğendirme, kabul ettirme kaygısını çocukluğunun o kara günlerinde edindi. Çocukluğunun mensubiyet sorunlarını, kalın gözlüklerinin ıstırabını hayatının her safhasında fazlasıyla yaşadı.



Türkiye gibi, Türk modernleşmesi gibiydi Cemil Meriç sık sık kendini inkar edip, yeniden inşa etmenin kavgasını verdi.


Hiçbir ideolojiye, görüşe, kampa dahil olmadı, olamadı, araf tek mensubiyet bağıydı. Dünya ile ukba, İslam ile sosyalizm, iman ile inkar, doğu ile batı arasında yaşadı; doğuyu övdü batıyı yerdi ama her zaman iki ayağı da Paris'e bastı. İslam'ı önemsedi ama inkar hep bir köşede yer buldu, Osmanlı'yı, geleneksel yapıyı savundu fakat sosyalizm ihtimalinin kendisini sevdi. “Batmamak için Batılılaşmalıyız”, derken, batıyı kan emici, emperyalist olarak görmeyi sürdürdü.



Türk modernleşmesinin çelişkilerini kendi fikirlerinde de göstermek mecburiyetinde kaldı. Hind ile Paris arasında geniş, hem de çok geniş bir coğrafyayı, medeniyet birikimini yazdı. Düşünceleri ne kadar yerli gözükse de İstanbul'a uğramadı; Paris'te ve Hind'de kaldı. Bu toprakların insanını yazmadı, yazamadı. Etkilendiği Kemal Tahir'in Osmanlıcılığıyla aydın – ideoloji eleştirisinde kaldı. Türk düşüncesi belki 1940'lardan itibaren bu toprakları anlamak hatta anlamlandırmak, millet gerçeğini, insanını çözmek için gayret gösterirken Meriç, dertlerimizi harici meselelerde kilitledi. Bu Ülke aslında tam da bu ülkeyi anlatmaz.



Cemil Meriç'in gücü Fransızcasının mükemmelliğinden geliyordu. Batı edebiyatını lime lime etti, Türk düşüncesine sundu. Hind felsefesini şiir gibi anlattı. Entelektüel kavramının köklerini, etimolojisini, gelişimini batıdan alıp Türkiye'ye kadar getirdi. Aydına onun kadar hakaretamiz yaklaşan çok az oldu. Türbedardır, ajandır aydınımız, “şezlong aydınları'ndan bu millet çok çekmiştir. Hasbi tefekküre her fırsatta değinir, düşünceyi öne çeker, ideolojilerin dar kalıplarından sıyrılmaktan bahseder.



ORYANTALİZMDEN OKSİDENTALİZME

Cemil Meriç, fikriyatımızın Türk modernleşmesinden bu yana en büyük sıkıntısı olan oryantalist etkisini izale edecek düşünceler serdeder. Oryantalistlerin saldırılarını bütünüyle karşılamaktan ziyade batıyı aynen onların doğuyu inceledikleri gibi inceler. Zaman zaman oryantalistler gibi temelleri zayıf eleştiriler getirse de Meriç oryantalist değil oksidentalisttir. Batıyı bize tanıtır. Batıyı itham eder. Batının edebiyatını, sömürgeciliğini, irfandan uzak kuru bilimini, Kilise kokan fikirlerini, soğuk Kilise'sini anlatır. Modernitenin, Aydınlanma değerlerinin Kilise ile bir ve beraber olduğunu iddia ederken, gönülleri okşamak değil batı kılcallarını çözmek niyetindedir. Batılı aydınların ne klasik batı köklerinden, paganizmden ne de Hristiyanlığın kasvetli ruhundan ayrı durduğunu söyler. Batıya karşı sürekli savunmadaki Türk düşüncesine, entelektüel özgüven kazandırır. Delilli, entelektüel, kitabi eleştiriler getirir, çözümlemeler yapar. Sloganik batı düşmanlığına zaman zaman yeni sloganlar icat etse bile içerik kazandırır, zenginleştirir.


İslamcıların sık sık dile getirdiği gibi batının köklerini doğu mistisizmine, irfanına, hikmetine bağlar. Rönesans'ın sebebi İslam medeniyetidir ona göre. Erken dönemlerde farklı kanallarda imzası bulunan bir aydın olarak batının Türk düşmanlığını, Hristiyanlığını, Kilise'den beslenen bilim anlayışını sarahaten yazar. Hristiyanlığın kesinlikle laik olmadığını savunurken Cemil Meriç'ten güç alır İslamcılar, sağcılar. Batının fuhuş, açlık, ahlaksızlık nedeniyle batmaya mahkum olduğu kanaati nurculardan İslamcılara kadar muhafazakar camianın en büyük dayanağı oldu.



Sosyalizmi savunmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi. Liberalizmin yoksulları vurduğunu, kapitalizmin çok geniş bir memnuniyetsiz insanlar ordusu oluşturduğunu yazdı. Komünist Parti'nin açılması gerektiğini rahatlıkla ifade etti. Dünyada komünizmin hiçbir zaman uygulanmadığını Sovyetlerin sosyalist idare inşa ettiklerini belirtti. “Sosyalizm batılılaşmanın vicdan azabı” sözü bir motta olarak tekrar edilse de derin bir görgü, bilinç içeriyordu. Batılılaşmayı Hristiyanlaşma biçiminde değerlendirmeyi, Hristiyan batı terkibini kullanmayı sürdürdü. Batılılaşmanın mazi ile köklerimizi koparmasından yakındığı için köklerimizi İslam medeniyetine kadar dayandırdı.



Cemil Meriç'i düşünceleri değil korkuları ve duyguları yönlendirir. Hatay meselesi yüzünden içeri alındıktan, gözlerini kaybetme aşamasına geldikten sonra hayatı, fikirleri yeni bir yöne evrildi.



TÜRK AYDINININ BİLEŞKESİ

Polis ve geçim korkusu düşüncelerine, düşüncelerini açıklama üslubuna, şiddetine, biçimine çok net tesir eder. Siyasi ve fikir hareketlerinin gidişatına bağlı olarak konjonktüre göre davranır. Bu bakımdan nurculuğu erken dönemlerde keşfeder, nurculuğun etkisini, teşkilatçılığını, adanma biçimini farkeder, Said Nursi'yi neredeyse yüceltir. Medeniyet okumalarına bağlı olarak medeniyetler arası diyaloğu savunur. Döneminin ruhuna, İslamcılığın 70'lerdeki söylemlerine bağlı olarak “Kur'an Anayasa'dır” da der, “İslam her çağa göre değişir” de... “Türkiye her şeyden önce İslam olmak mecburiyetindedir” görüşü İslami camianın ilgisini artırır. 90'lardaki İslamcı – sol – liberal aydın ittifakının ilk temsilcisi Cemil Meriç'tir. Erbakan'a oy verdiği halde onun itikadını da sorgular. İslamcı – milliyetçi – muhafazakar kesim içinde yazmasını haysiyet kırıcı olarak görür bu yüzden sola kin ve hınç duyar, sağda yazmaya mecbur ettikleri için...



Görünmek, okunmak, beğenilmek ister. Attila İlhan – Çetin Altan'a gösterilen ilgi karşısında adeta çıldırır. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın yaşadığı sendromu yaşar, İsmet Özel'in haykırışını o da yapar: anlaşılmamaktan, ilgi görmemekten yakınır. Bu yüzden ilgiye mazhar isimleri, Akif'i, Ataç'ı, Necip Fazıl'ı küçülten ifadeler kullanmaktan çekinmez.



Döneminin aydınları gibi Necip Fazıl gibi, Mehmet Ali Aybar gibi fikir çilesi değil “varoluş çilesi” çeker. Cemil Meriç baştan sona kadar varoluş sancısını yazar.



Doktriner değildir, bir ideolojinin sözcülüğünü yapmaz. Kurtuluş reçeteleri kaleme almaz, esas işlevi kurtuluşçu ideolojilerin ipliğini pazara çıkarmaktır ama doktriner olamamanın da sıkıntısını çeker. İdeolojileri yalınkat, yıkıcı, kıyıcı bulurken insanları buluşturacak ideolojilerin özlemini de dile getirir.



Türk aydını 70'lerden 80'lere sağ – sol kamplar içinde çatışırken Cemil Meriç Fransızcasının etkisi, takipçiliğiyle batıdaki yönelimleri yakından takip eder. Postmodern tezleri dile getirir, bir arada yaşamayı öne çeken bir dünyanın geldiğini yazar. Seyyid Hüseyn Nasr, Malik Bin Nebi okur, İslam medeniyetini yenilemeyi öne alır. Fakat medeniyet fikrinde döneminin “büyük Türkiye” söylemindeki kalkınmacılık, maddi kazanç, sanayi ve teknik bulunmaz.



“Kavram medeniyetçisi”dir. İlim, irfan, hikmet kavramlarının gücünü kullanır, yeniden inşa demeye cesaret edemez. Türkiye'nin, İslam medeniyetinin içinde bulunduğu buhrandan nasıl çıkacağına girmez, Türkiye'nin ufkuna İslam gerçeğini de yerleştirmez. İslam'a kurtarıcı gözüyle bakmadı.



İslam Çin ve Hind büyük doğu mistisizminin son evresidir sadece. Batılılaşmacı aydınların sövdüğü kavramları savunur ama sahiplenmez. Bir tek Fildişi Kule'sini sahiplendi. Alafranga düşündü, alaturka yaşadı.


Marjinallerin içinde yerli, yerlilerin içinde marjinal kalmayı seçti!


#Cemil Meriç
#Oryantalizm
8 yıl önce