|

Trump’ın kaotik İsrail politikası

ABD’nin İsrail’e dönük politikasındaki bu radikal dönüşüm, İran’ın ajandası dolayısıyla aynı pozisyonu savunan Körfez İşbirliği Teşkilatı üyeleri ile İsrail arasındaki ilişkilerde yeni bir krize; belki de bu ülkelerde yeni ve istenmeyen toplumsal hareketliliklere sebep olabilir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 17/01/2017 Salı
Güncelleme: 01:44 - 17/01/2017 Salı
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Öner Buçukçu- Araştırmacı


ABD seçimleri sona erdiği günden beri uluslararası ilişkiler gözlemcilerinin neredeyse tek gündemi var: Trump, seçim kampanyasındaki vaatlerini yerine getirebilecek mi ya da ne kadarını yerine getirebilecek? Trump'ın seçim kampanyası, Meksika sınırına duvar çekilmesi, 3 milyon mültecinin sınır dışı edilmesi gibi ötekileştirici vaatler ve İslamofobik mesajlar üzerinden çokça gündeme gelmiş olmakla birlikte uluslararası sisteme ilişkin çok temel birtakım sorgulamalar ve kriz alanları inşa etti.



YERLEŞİK DÜZENE (!) SALDIRILAR


Trump'ın NATO'daki bazı üyelerin ittifaka maliyetlerinin katkılarından fazla olduğunu ve bu durumun değişmesi gerektiğini açıklaması Avrupa'da bir süredir unutulmuş bir konu olan Ortak Savunma ve Güvenlik Politikası'nı yeniden tartışmaya açtı. Trump'ın bu ifadesi daha önce de çeşitli dönemlerde ABD Başkan adayları tarafından dile getirilmişti. Örneğin Bill Clinton'ın başkanlık kampanyasında ve neo-izolasyonizmin tartışıldığı Başkanlık döneminin ilk dönemlerinde hem siyasette hem entelektüel çevrelerde NATO'daki maliyet paylaşımı tartışıldı. Ancak bu kez aynı argümanın Trump tarafından dile getirilmesi Avrupa'da heyecanın katsayısını arttırdı.



Rusya ile anlaşılabileceğini, esas tehdidin Çin olduğunu ve oraya yoğunlaşılması gerektiğini söylemesi sadece ABD'de değil Rusya'da da esaslı bir “şaşkınlık" yaratmış olacak ki Obama yönetimi ABD'den 35 Rus diplomatı sınır dışı etmesine rağmen, Putin, uluslararası ilişkilerin en temel kaidesi olan mütekabiliyeti hiçe sayarak ülkesinden ajanlık suçlamasıyla sınır dışı edilecek 35 ABD diplomatik personeli için karar vermekte acele etmeyeceğini ve Trump'ın göreve başlamasını bekleyeceğini dile getirdi.



Trump'ın Türkiye'yi ve bölgeyi yakından ilgilendiren bir diğer meydan okuması ise ABD'nin İsrail politikası dolayısıyla oldu. Trump, seçim kampanyasına başladığı günden itibaren İsrail'le ilişkilerde yeni bir dönemin açılacağını söyledi. Bu, bir tarafıyla Obama yönetiminin geçen süre zarfında İsrail'e dönük tavrından bir seçim sermayesi yaratma amacı taşıyordu. Obama, ilk başkanlık döneminde İsrail'i hiç ziyaret etmemiş; ikinci başkanlık döneminde İsrail'i ziyaret ederek Barış Süreci'nin yeniden başlaması için baskı oluşturmuş ve bu süreçte görüşmelere esas teşkil edecek kaideleri mütecessim bir şekilde göstermesi için Yaser Arafat ve Yitzak Rabin'in mezarlarını ziyaret etmişti. İsrail'in ilk fırsatta barış masasını terk etmesi Obama yönetiminde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. İsrail tarafındaki hissiyat ise hayal kırıklığının ötesindeydi. Obama, Nixon'dan sonra İsrail düşmanı ABD başkanları listesine eklendi. Trump bu tepkiden oy devşirmeyi denedi. Diğer taraftan Trump İsrail politikasındaki radikal dönüşüm üzerinden ABD'nin bölge politikalarında da radikal bir dönüşümü gerçekleştirmeyi hedeflemiş gözüküyor.



Trump da, tıpkı selefleri Bill Clinton ve G. W. Bush gibi İsrail'deki ABD Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma sözü vererek başladı. Esasen Trump'ın bu sözü 23 Ekim 1995'te Senato'dan ve 24 Ekim 1995'te Temsilciler Meclisi'nden geçen, 1995 Kudüs Büyükelçiliği Kararı olarak bilinen (Jerusalem Embassy Act of 1995) kararın gecikmiş bir uygulamasını vaat ediyordu. Zira söz konusu karar 1950'den itibaren Kudüs'ün İsrail'in başkenti olduğunu fakat 1967'ye kadar bölünmüş olduğunu, 6 Gün Savaşı olarak da bilinen 1967 Savaşı'ndan sonra Kudüs'ün birleşik hale geldiğini, 1996'da İsrail'in Kral Davut'un Kudüs'e girmesinden sonra Yahudilerin Kudüs'teki varlığının 3000. yılını kutlayacağını belirttikten sonra en geç 31 Mayıs 1999'a kadar ABD'nin İsrail'deki Büyükelçiliği'nin Kudüs'e taşınmasını öngörüyordu.



Bu karar, Clinton, Bush ve Obama yönetimleri tarafından Filistin-İsrail Barış sürecine olumsuz etki edeceği ileri sürülerek bugüne kadar uygulanmamıştı. Trump'ın dış politika danışmanlarının İsrail-Filistin meselesine ilişkin açıklamaları ve Trump'ın İsrail'e destek beyanatları/paylaşımları ilgili kararın bu dönem uygulanacağı konusunda bir kanaat oluşturuyor.



DANIŞMANLAR VE DIŞ POLİTİKA


Yeni başkanın kampanya süreci boyunca İsrail konusunda danışmanlığını yapan Jason D. Greenblatt olmuştu. Greenblatt, Başkanlık seçimlerinin hemen öncesinde, 2 Kasım 2016'da, Trump'ın İsrail Büyükelçisi olarak görevlendirmeyi planladığı David Friedman ile ortak bir açıklama yaparak yeni yönetimin önceliklerinden birisinin kendisini İsrail'e kara çalmaya adamış olan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'nin ödeneğini kısmak olduğunu söylemişti. Bu açıklama, ABD'nin yeni dönemde İsrail konusunda önceki dönemlere nazaran daha uzlaşmaz ve sert bir tavır içerisine gireceğini gösteriyordu.



Greenblatt ve özellikle Friedman'ın, yeni başkanı hususen yerleşim yerleri ve iki devletli çözüm politikası konusunda etkiliyor olmaları önümüzdeki dönemin bölgede bir önceki döneme göre daha zor geçeceğini gösteriyor. Zira ABD, geleneksel olarak savunduğu İki Devletli Çözüm politikasından Tek Devletli Kesin Çözüm politikasına oldukça sert bir geçiş yaparak bölge politikasındaki radikal dönüşümün fitilini ateşleyecek izlenimi veriyor.



Geçtiğimiz haftalarda Trump'ın ofisinden yapılan açıklamada Greenblatt'ın yeni başkana tüm uluslararası meseleler ve ticaret anlaşmaları konusunda yeni dönemde danışmanlık yapmayı sürdüreceği belirtildi. Bu nokta önemli, çünkü Greenblatt'ın, Friedman'dan belli noktalarda ayrı düşündüğü geçtiğimiz günlerde İsrail basınına yansıdı. İddialara göre Greenblatt iki devletli çözüm seçeneğinin masadan kaldırılmaması gerektiğini düşünüyor ve yerleşim yerleri meselesinde daha ılımlı bir noktada. Ancak aynı Greenblatt'ın iki devletli çözümde diretilmemesi gerektiğine ilişkin şu cümlesi de akılda tutulmalı: “Tek devletli çözüm, çözüm için en iyi yol olmayabilir fakat bu çözüm yolu Filistinliler tarafından da kabul edilebilir." Neticede ne kadar radikal düşüncelere sahip olursa olsun bir Büyükelçinin dış politika çıktılarındaki etkisiyle, güçlü bir danışmanın etkisi arasında büyük bir fark olacağı bilinen bir durum.



Bu radikal dönüşümün bölgesel yansımasının boyutlarının ne olacağını, kısa, orta ve uzun vadeli sonuçlarının ne olabileceğini şimdiden kestirebilmek oldukça güç. Ancak İsrail'in, her seferinde isteksizce oturtulduğu müzakere masasının, masanın sahibi tarafından ortadan tamamen kaldırılması dolayısıyla duyduğu memnuniyeti gizleme ihtiyacı hissetmediği muhakkak.



YERLEŞİM YERLERİ MESELESİ VE BMGK KARARI


ABD'den politika değişikliğine ilişkin gelen sinyaller İsrail'deki “milliyetçi" koalisyonun üyelerini çok çabuk harekete geçirdi ve bazı bakanlar, Trump'ın seçilmesi sonrasında ABD'den gelen açıklamaları ve yaşanan gelişmeleri de dikkate alarak hükümete Batı Şeria topraklarının ilhak edilmesi ve Filistin Devleti çağının sona erdiğinin ilân edilmesi çağrısında bulundu. Bu çağrıların sonucu ise Knesset'in Batı Şeria'da 4000 yerleşimci için daha yerleşim yeri inşasına onay veren yasayı, muhalefetin ulusal intihar eleştirileri eşliğinde kabul etmesi oldu. Bu yasa ile BM Güvenlik Konseyi'nin 1967 sınırlarına ilişkin aldığı kararlar bir kez daha ihlal edilmiş oldu. Neticede 23 Aralık 2016'da BM Güvenlik Konseyi İsrail'in Batı Şeria'daki yerleşim yeri inşaatlarını kınayan bir karar daha aldı. Obama yönetiminin BM Güvenlik Konseyindeki oylama esnasında çekimser kalması ise oldukça tartışıldı.



Obama yönetiminin giderayak BM'de gösterdiği tutum ve çeşitli düzeylerde yapılan açıklamalar bir ölçüde Trump'la yaklaşan felaketin önüne bir ölçüde set çekmeyi amaçlıyordu. ABD Dışişleri Bakanı Kerry, yılbaşı kutlaması esnasında Trump tarafından eleştirilen “Biraz daha sabır İsrail" tiradına sebep olan açıklamasında şu hususların altını çizmişti: İki toplum için 1967 sınırları üzerinde yükselecek iki devletli çözüm, Kudüs'ün her iki devletin de başkenti olması, Filistinli mültecilere tazminat/geri dönüş hakkı ve Filistin devletinin İsrail'in kaygılarını karşılayacak şekilde de-militarize edilmesi. Aslında açıklamasında dile getirdiği hususların tamamı iki devletli çözüm prensibinin tahkim edici unsurlarıydı. Dolayısıyla bu açıklamasını takip eden bir başka açıklamasında şöyle demek durumunda kaldı Kerry: “İsrail'in bir Yahudi ve demokratik devlet olarak geleceğinin güvence altına alınmasının tek yolu iki devletli çözüm. Ve bu çözüm yolu şimdi çok büyük tehdit altında." Belki Kerry'nin cümlesini şöyle tamamlamak daha doğru olabilir: Sadece bu çözüm yolu değil tüm bölge güvenliği ciddi bir tehdit altında. Özellikle ABD'nin Kudüs'e ilişkin alacağı bir kararın yeni bir intifadanın fitilini ateşleyebileceğinden endişe ediliyor.



ABD'nin İsrail'e dönük politikasındaki bu radikal dönüşüm, İran'ın ajandası dolayısıyla aynı pozisyonu savunan Körfez İşbirliği Teşkilatı üyeleri ile İsrail arasındaki ilişkilerde yeni bir krize; belki de bu ülkelerde yeni ve istenmeyen toplumsal hareketliliklere sebep olabilir. Yani İsrail'e dönük politikalar bölgede Arap milliyetçiliğinin radikal bir şekilde yükselmesini ve belki bazı ülkelerde 1960'lı yıllara benzer rejim değişikliklerini beraberinde getirebilir.



TARİHTE APTALLIĞIN ROLÜ


Trump'ın “Yeniden Büyük Amerika" sloganı aslında ABD'nin Büyük Stratejisi'nde (Grand Strategy) bir dönüşümü, bir perspektif değişimini de ifade ediyor. Büyük Stratejinin bu derece radikal bir biçimde dönüşmesi farklı enstrümanlara, farklı söylem düzeylerine ve belki Stephen Walt'ın da dikkat çektiği üzere farklı ve büyük pratisyenlere ihtiyaç duyacaktır. Trump'ın pratisyenlerine bakıldığında ise yine Stephan Walt'ın ifadesiyle bir avuç amatörden başka kimse gözükmüyor. Dolayısıyla Trump'ın hem “Büyük Strateji"deki dönüşüm düşüncesi hem İsrail politikası ile müşahhas hale gelen Ortadoğu politikası sonu daha geniş bir coğrafyayı kapsayacak “Üçüncü İntifada" ile neticelenebilir.



Niall Ferguson bir metninde “Tarihte aptallığın rolü azımsanmayacak kadar önemlidir" demişti. Bu tespitini doğrulayacak birçok örnekten bahsedilebilir. Trump'ın seleflerinden olan ve çeşitli anketlerde ABD tarihinin hatırlanmak istenmeyen 3 başkanından birisi olarak gösterilen Johnson, Bush gibi isimler konumuz açısından iyi bir örnek olabilir. Johnson'ın “Türkiye de bizim için Vietnam kadar değerli" benzeri açıklamaları ABD'nin azgelişmiş ülkelerdeki imajını birkaç on yıllığına bayağı etkilemişti. Bush'un özellikle Irak Savaşı esnasında izlediği politikaların aptallığı, bugünlerde Saddam'ı sorgulayan ABD'li görevlilerden birisinin yayınlanan hatıratı dolayısıyla tekrar gündemde. Bu gidişle Trump da bu kötü şöhretli listeye ismini ekletecek. Trump, eğer Tek Devletli Çözüm konusunda hakikaten diretecek olursa bölge bir ateş topuna dönüşebilir. Ve bir kez daha “tarihte aptallığın rolünün azımsanamayacak kadar önemli" olduğu acı bir şekilde tecrübe edilebilir.



#ABD
#İsrail
#NATO
#Barack Obama
#Donald Trump
7 yıl önce