|
Genişletilmiş hayat ...

Pablo Picasso “Kim insan yüzünü en doğru olarak görür, fotoğrafçı ya da ressam” diye soruyor. Bu soruyu kim daha iyi anlatır, roman hikaye, film, tiyatro diye çeşitlendirebilir.

Bakış açısına göre değişen cevapları olan bu soruyu hiçbirisi diye de cevaplayabiliriz. Fırçayı tutan da fotoğraf makinesini tutan da kendi gördüğünü yansıtır. Kim gerçeğe daha çok yaklaşır bilemem ama ikisinin de aynı objeyi ‘kendilerine göre’ gösterdiği bir gerçek. Bu tereddüdü kitap okurken de film izlerken de hissediyor insan. Hangisi gerçek… Neyi okumalı ya da seyretmeli ya da yazmalı, çekmeli?

Neye göre seçeceğiz? Bu sorular tereddütlerimizi körüklüyor ya da bizi her şeyi bilir hale getiriyor. Gördüğümüz ya da okuduğumuz kesitleri bütün sanan peşin hükümlülere dönüşüveriyoruz. Ama okumuştum, ama izlemiştim diyen, peşin hükümlü cümlelerin sahibi kılıyor bizi. Yanıltmıyor mu? Elbette yanıltıyor!

Pek çok değerli çalışmaya imza atmış insanlarla yaptığım programlarda ortaya çıkan bir ortak nokta var ki o da her türlü bilginin temeli okumaya dayanıyor. Her şey okumak ile başlıyor onunla şekilleniyor. Okuma zevkiniz gelişmişse, bir kesiti değil dönemi, çeşitli bakış açılarıyla birlikte okuyorsanız derinleşiyorsunuz.

Okurken bir kuşağı okumak, farklı mahalleri, sokaklarıyla okumak bize ”genişletilmiş bir hayat’’ sağlıyor. Ancak o zaman okumak birikime dönüşüyor ve basmakalıp yargılar yerini derin fikirlere bırakıyor.

Aslında sadece kitaplarda, filmlerde değil hayatı yansıttığı iddia edilen belgesellerde de durum farklı değil. Ana caddede çekim yaparsanız başka bir resim görürsünüz, sokak aralarına dalarsanız başka… Hele de köylere, evlere girerseniz bambaşka insanlık halleri ile karşılaşırsınız.

Ve bir ülkeyi, bir toplumu, bir olayı anlatırken ister istemez hangi kesit, sokak, mahalle, fikir dönem, kuşak diye soruyor insan. Çünkü illa ki bunlar arasından seçiyorsunuz, ‘budur’ diye bir karar veriyorsunuz. Bu sizin seçimiz, aslında sizin için ‘bu’. Bu karar ile kurguladığınız gerçek, bir esere, kitaba, belgesele, filme dönüşüyor. Bunları okumak da izlemek de elbette bizi genişletilmiş hayat tecrübelerinden haberdar ediyor. Ancak, bütünü anlayabilmek için ille de bir kuşağı farklı mahallelerden okumak ve anı kitaplarını da illaki okumak gerekiyor.

Aynı olayın birbirinden farklı hayatlara etkisi tarihi şekillendiriyor. Tarihi olaylara değil, bu etkiye odaklanmak, anlamayı da anlatmayı da daha kolaylaştırıyor. Yoksa ‘muhayyel’ algılar üzerinden tartışıp duruyoruz... Mikro tarihin genel tarih anlatılarından daha önemli olduğunun altını çizerek, bir köy üzerinden bölge ve insan analizi yapan bir kitaba geçmek istiyorum.

NALKÖYÜ

Sakarya onların tabiriyle çok milletin yaşadığı bir ilçe. Bunda ilçenin 19. yüzyılın sonlarına kadar yaşama şartları uygun olmayan bataklıklardan ibaret olmasının payı büyük. Bu dönemde gerçekleştirilen nehir ıslahlarıyla birlikte bölge bereketli topraklara dönüşüyor ve iskana açılıyor. 93 Harbi neticesinde Anadolu’ya adeta sel gibi Kafkaslar’dan Balkanlar’dan gelen göçmenlere yerleşim için bu bölgeler gösteriliyor. Nalköyü de. Bulgaristan’ın Deliorman Bölgesi’nde Kamçı ırmağı kenarında bir köyden gelen muhacirlerin köylerinden birisi. Geçen hafta Türk Kahvesi’nde konuk ettiğim Mustafa İsen doğup büyüdüğü Nalköyü’nün hikayesini yazarken bölgeye dair bir mikro tarih onun da ötesinde mimariden, sosyal yaşama, dini konulardan adetlere birbirinden farklı milletlerin kültür genetikleri konusunda adeta bir mikro sosyoloji yapmış. Oranın yerleşik halkı, Manavlar, Çerkezler, Lazlar derken bir köyün ve etrafıyla ilişkilerinin kültürel kodlarının analizinde Türkiye hikayesi karşımıza çıkıyor. İnsanların kişisel tarihleri kadar sosyal çevrelerin, geldikleri kültürlerin hafızalarının da ilişkileri, davranışları nasıl etkilediğini anlatıyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi iş gelip hafızaya yerleşmiş tutum ve davranışları oluşturan, motivasyonu sağlayan bilişsel kodlara dayanıyor. Nalköyü kitabını okurken, ‘kimlik’’ konusunu ‘kültürel kod’ penceresinden yeniden ele almak gerektiğini düşündüm. Farklı kimliklerin bir arada yaşama tecrübesine dair anlatılara daha çok ihtiyaç var.

***

Türkmen ve yörüklerin Balkanlar yerleşim politikası Murat Hüdavendigar zamanında ( 1368-1389) başlıyor. İstanbul’un fethinden önce Türkler Balkanlar’a yerleşmeye başlıyor. En büyük ve kapsamlı Türk yerleşimi Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılıyor. Bunların büyük bölümü de Karamanoğlu Beyliği’nin topraklarında yaşayan Türkler. Balkanlar’a Karaman, Konya, Aksaray, Niğde ve Kayseri’den gönderilen Türkmenler yerleştiriliyor. Daha sonra bunlara c ve Saruhanoğulları da ekleniyor. Böylece Osmanlı Haçlı seferlerini de kontrol altında tutuyor. Bu Türkler imparatorluğun Balkanlar’da güvencesi oluyorlar. Öyle ki ‘’Balkanlar’da yakın geçmişe kadar hangi ırktan olursa olsun bir kimsenin kentli kabul edilmesi için Türkçe bilmesi gerekli sayılıyor... Bölge dillerine 7 bin Türkçe kelimenin girmesi de bunun göstergelerinden birisi...

Balkanlar’da bu görüntü 1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra tersine dönüyor. 1832’de Bağımsız Yunan Krallığı’nın kurulmasıyla ilk Balkan devleti ortaya çıkmış oluyor. Türkler için asıl bozgun 93 Harbi olarak bilinen savaşın sonundaki Berlin Anlaşması (1878) oluyor. Bu anlaşmayla Romanya, Sırbistan Karadağ devlet haline geliyor. Bulgaristan’a otonomi veriliyor. Balkan Savaşı Osmanlı Devleti’nin sınırlarını Adriyatik’ten Meriç’e çekiyor. Böylelikle 550 yıllık Rumeli topraklarının büyük kısmı kaybediliyor...’’

Tabii bir de işin akıncı beyleri kısmı var ki onu da yazarın Varayım Gideyim Urumeli’ne kitabından okumanızı tavsiye ederim. Mustafa İsen akıncı beylerini ve Rumeli şehirlerinin şair ocağı olmasını anlatırken, akıncı beylerin etrafında bulunan kültür sanat halkalarından söz ediyor. Mutlaka bir beyin etrafında şairler, ümera ve ulemalar bulunurdu diyor.Doğrusu İtalyan sanatçıların destekçisi Medici ailesini bilirdim de Akıncı beylerinden Evrenesoğlu’nu bilmezdim. Mustafa İsen programda sohbetiyle Rumeli’ye bakmamızı sağladı.

#Pablo Picasso
#Sakarya
#Murat Hüdavendigar
#Bulgaristan
4 yıl önce
Genişletilmiş hayat ...
Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) caiz olabilir mi?
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…