|
“Platformsuzlaştırma” değil “regülasyon”

Amerika’da seçim sonrası kaosla geçen 65 günde Amerika’nın yobazlarını da küresel şirketlerin sansürcü yüzünü de gördük. ABD Başkanı Donald Trump’ın hesabının Twitter’da ‘kalıcı olarak’ askıya alınması ile birlikte ‘platformsuzlaştırma’ (de-platforming) tartışmaları gündeme geldi.

Trump başta olmak üzere tüm sosyal medya hesapları silinenler arasında Elijah Schaffer gibi sağcı gazeteciler de var. Tüm sosyal medya diyorum, bunun içine müzik kanalı Spotfy dâhil. Trump’ı destekleyen 70 milyon seçmenin yeni plaftorm arayışı gündeme geldi. Üstelik denetlenmesi çok daha güç, dip bucak sanal âlemlerde... Zaten aşırı sağı büyüten bu bloglar olmuştu.

Sosyal medya hesaplarının askıya alınmasının ardından sosyal medyanın sansürcüsü ya da editörü kim sorusu gündeme geldi. Bunu kim tayin etmişti? Standartları neydi? Sosyal medyayı sınırlandıran, standartlar getiren yani regüle eden yasalar nasıl oluşacak ve birçok ülkenin iç hukuklarında nasıl düzenlenecek? İnsanların sesini kısmak kimin iradesiyle ve hangi koşullarda olacak?

Dibine kadar liberaller, pedofili dâhil her türlü konuyu özgürlük kabul edenler dahi bu sansüre sesini çıkarmaz, hatta desteklerken, Avrupa merkez siyasetinden itirazlar oldu. İtiraz edenlerin başında Merkel geliyor. Çünkü bu tartışmayla birlikte Almanya’da aşırı sağ ırkçı partisi AfD’nin mesajlarının yasaklanmasını isteyen bir kesim de ortaya çıktı.

Almanya daha önce “ NetzDG” isimli bir kanunu (2018’de) çıkarmıştı. Buna göre 2 milyondan fazla üyesi olan sosyal platformlar denetime ve cezaya tabi. Şahıslar 5 milyon euro, şirketler de 50 milyon euro ceza alabiliyor. İlk ceza da 2019’da 2 milyon euro olarak Facebook’a kesildi. Sebep olarak da illegal içerikleri yetkili mercilere bildirmemesi gösterildi.

Sosyal medya şirketlerine ilişkin hukukun regüle edilmesini gündeme getiren bir diğer ülke de İngiltere oldu. Eski Kültür ve yeni Sağlık Bakanı Matt Hannock “Sosyal medya şirketlerinin tepkisi bir soruyu daha belirginleştirdi” diye açıklama yaptı. “Bir gazete veya dergi gibi editoryal karar alacaklarsa belki de regülasyona tabi olmaları gerekir” dedi. İngiltere’de RTÜK karşılığı olan kurumun adı OFCOM. İngiltere hükümeti OFCOM’a yetki verip sosyal medya şirketlerini denetleme ve gerekirse ceza kesme yetkisini vereceğini söylemeye başladı.

KAOS MAGAZİNİ

Malum magazin merakı hepimizde var. ABD kongre baskınının önündeki ve ardındaki insanları da merak ediyorum. Boynuzlu başlığıyla baskınının ikon resmi haline gelen, Jake Angeli adıyla bilinen Jacob Anthony Chansley bugünlerde tutuklu olarak mahkemede yargılanıyor. Jake’in annesi bir açıklama yaparak, tutukluların organik olmadıkları için yemeklerini yemediğini söyledi. Dört kişinin ölümüyle sonuçlanan kanlı Kongre baskınının ardından organik yeme duyarlılığının ifade edilmesi tuhaf değil mi?

Baskın sonrası kaosu bastırmak için tepki verenler de ilginç karakterler. Baş sansürcü haline gelen Twitter CEO Jack Dorsey meselâ. Onun da yemek alışkanlıklarını biliyoruz. 42 yaşında, 20 yıldır meditasyon yapıyor. Sabahları kahvaltı etmiyor ve 8 kilometre mesafedeki ofisine yürüyerek gidip geliyor. Gün içinde hiç yemek yemiyor, ilk ve tek yemeğini akşam 6-9 arasında yiyor. Cuma akşamından pazar akşamına kadar yemek yemeyen Dorsey’e göre oruç tutmak ve meditasyon, şirketlerine daha iyi odaklanabilmesini sağlıyor.

Twitter’ın CEO’sunun bir başka odaklanma yöntemi de 15 dakika 104 dereceye ayarlı saunada kalıp, ardından 3 dakika 2 derece soğuk suyla dolu banyoya girmek. Sabah 5’de buz banyosu yapıyor. “Hiçbir şey bana, oda sıcaklığından çıkıp buz gibi banyoya girmenin verdiği zihinsel özgüveni veremez. Eğer bu kadar küçük görünen ama can yakan bir şeyi yapmaya iradem varsa, hemen her şeyi yapabileceğimi hissediyorum” diyor. Çalışma masasında stresi ve acıyı azalttığı bilinen kızılötesi bir lamba bulunuyor. Jack Dorsey tüm bunları konuk olduğu bir podcast kanalına anlattı.

Times gazetesi, Silikon Vadisi’ndeki birçok girişimcinin teknolojiden uzak kalmak ve sağlığını korumak için farklı yöntemler izlediği ama Dorsey’in bunu bir adım öteye taşımış olduğu yorumunu yaptı.

Tesettür modası ve şirretliğin dokunulmazlığı

  • Bir zamanlar Türkiye’de en çok tartıştığımız konu buydu. 1992’de bir hazır giyim firması defilesinde mankenlere tesettür kıyafeti giydirmişti. Kızılca kıyamet koptu. Tartışma hem seküler kesimde hem bizim kesimde çok hızlı ilerliyordu. Seküler kesimin üstünlükçü, küçümseyen yaklaşımları bizim tarafta helâl mi haram mı tartışmaları o yıllarda medyayı çok meşgul ediyordu. O dönemi anlatan en iyi kitap Fatma Barabarosoğlu’nun “İmaj ve Takva” adlı eseridir. İki zıt kavramın dindar kadınların ve erkeklerin hayatlarında nasıl bir kırılma yarattığını anlatan kitap bu defile meselesine değiniyordu.
  • “Tesettür defileleri, kimliğin ötekilik üzerinden ve şov içinde dönüştürülmesi halidir” diyen Barbarosoğlu, bu durumu, “Bedeni önceleyen modernist anlayışı Müslümanlar için güncellemiştir” diye yorumluyordu.
  • Barbarosoğlu magazin programlarının şık rüküş değerlendirmelerine de şu yorumu yapıyordu: “Türkiye’de seküler zihniyet kendisini denetleme mevkiinde görüyor. Tesettürü, tarihin geçmiş zamanlarına ait bir durummuş gibi göstererek kendi çağdaşlıklarını pekiştirdiklerini zannediyorlar. Şıklık-rüküşlük karnelerinin sahipleri ne âdâbımuaşerete sahip ne de entelektüel birikime. Şirretliğin dokunulmazlığından istifade ediyorlar, hepsi bu.”
#Platform
#regülasyon
3 yıl önce
“Platformsuzlaştırma” değil “regülasyon”
Enflasyon, Şimşek’in açıklamaları ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü