|
​Sorun muhafazakârlık mı popülizm mi? ​

Pandemi ile birlikte özellikle evlerde ve çeşitli platformlarda geçmiş analizleri, ‘İslamcılık’ ya da ‘muhafazakârlık’ meselesi tekrar gündeme geldi. İslamcıları, muhafazakârları, sağcıları, dindarları, solcuları, Kemalistleri ele alırken ‘saflaştırmak’ onları içinde bulundukları çevreden soyutlayıp, yalıtarak, çerçeveleyerek ele almak, iç içe yaşam kümelerini yok saymak meseleleri anlamaya da çözmeye de mani oluyor. Etrafından yalıtılan kavramlarla konuşmaya başlayınca, yapay gündemlerle hakikat adeta ‘arttırılmış gerçeklik’ olarak çıkıyor karşımıza! Yıllar önce Balyoz davalarının canlı olduğu dönemde hepsi iktidara kızgın, muhalif, Kemalist paşaların ve eşlerinin olduğu bir taziyeye katılmıştım. Kur’an okunuyor, dinleniyor, dualar ediliyor, sadakalar, hatimler paylaştırılıyordu. Başörtüsü yasaklarını canhıraş savunan paşaların eşleri başlarına örtü almış anne babaların geçmişlerin ruhuna okuyup “Allah kabul etsin’’ temennisiyle helvalar kavuruyorlardı…

Elbette yaşam biçimlerimiz arasında farklar var, ama öyle büyük büyük aşılamayacak duvarlar ve mesafeler de yok… Bu “saflaştırma” meselesini Pof. Süleyman Seyfi Öğün ‘Batı‘ ve ‘Doğu’ ayrımının hakikati nasıl parçaladığını anlatırken kullanmıştı. (İhmal Edilebilir Nasihatler 4.5.bölümler) Doğrusu kavramlarla ortaya çıkan bu ‘saflaştırmayı‘, ortak kümeleri aynı olan guruplar da yapıyor. Siyaset bu saflaştırmalarla ilerlerse popülizmin oyuncağı haline gelir.

HAYAT LABORATUVAR MI Kİ!

Bizim gençliğimiz tam da ideolojiler çağının son dönemine denk geldi. Abilerimiz, ablalarımız kadar ideolojik örgütlenmelerin içinde değildik ama dışında da değildik. İdeolojiler çağının son dönemi popülizmin de yükselişe geçtiği yıllara sahne oldu. Keskin bir dönüşüm yoktu ama olan bitenin de farkındaydık!

İdeoloji ile dindarlık arasında bir arayışın içinde aslında tutunmaya çalışıyorduk. İdealizmden yani fikirleri hayattan soyutlayarak ele almaktan öyle hemen vazgeçtiğimiz de söylenemez. Fikirlerin ya da dinlerin bir laboratuvar gibi hayattan, insandan kopartılıp yaşatılamayacağını da o yıllarda çok idrak ettiğimiz söylenemez. Fikirleri, dini kaideleri insan olmanın önüne geçiren keskin yargılarımız olduğunu hatırlıyorum. Özetle “Laboratuvar Müslümanı’’ olmanın mümkün olmadığını o yıllarda henüz kavrayamıyorduk diyebilirim. Kendimizden ve çevremizden beklentimiz büyük, eleştirilerimiz keskindi… Sadece dışarıyı değil, birbirimizi de eleştirir ‘doğru’ olana davetiye çıkarıp dururduk. İki ile iki hep dört ettiği dönemler ama bir taraftan da kuantum teorileri filan da okuyoruz. İlke, bütünlük, değerlerimiz önemliydi ama yine de arayışımız çelişkilerimiz vardı. Ne geleneksel Müslümanlık, ne de İslamcılık bizi tanımlıyordu. Sağcılık ile hiç alakamız yoktu, birçok geleneği reddediyorduk, mütedeyyin değildik, muhafazakâr hiç değildik. O dönemin muhafazakârlığı, mütedeyyin Müslümanlık anlayışı bizi kavrayamıyordu. Onu korkak, uyumlu ve iddiasız ve de zayıf buluyorduk. Toplum için hedeflerimiz vardı ama bir devlet kurmak ya da yönetmek konusunda zihnimiz berrak değildi. Tartışıyorduk, mevcut siyasi partilerle uyum içinde olmak konusuna çok da sıcak değildik. Yerimiz de yoktu, aidiyetlerimiz de. Bir gurup bağlantısız, entelektüel dindar gurup olarak çokça tartıştığımız, ortak paydamızın da fikir ayrılıklarımızın da çok olduğu yıllardı. İslamcılık ise çok da beğenip giydiğimiz bir elbise değildi. Arayış sürüyordu velhasılı…

Son dönemlerde bu konular çok konuşuluyor. Bir dönemin gençleri olarak kendi hikayemiz iktidar ile buluşunca hikayelerimizi olduğu gibi değil de yeniden yazmaya başladık. Bunların birçoğu görece ve kendince ifadeler. Yukarıda sözünü ettiğim saflaştırmayı kim yaparsa yapsın, popülizme yaşanmış bir hayatı kurban ediyor. Olayları keskin hatlarla kendimizden ayrıştırarak yorumlamak ise olsa olsa popülizme hizmet olur.

Geçmişte çok kişiyle yol arkadaşlığımız vardı ama tastamam fikir birliğimiz yoktu. Bugün de yok. Bu nedenle geçmiş harikaydı bugün berbat demek gerçeği yansıtmıyor. İslamcılığın ya da sonraki deyimle muhafazakârlığın da saflaştırılarak, yol hikayesinden kopartılarak tartışılması hiçbir netice çıkarmaz. Tarihin hiçbir döneminde laboratuvar Müslümanlığı mevcut da olmadığı gibi İslamcılık anlayışı da 1960’ların, 80’lerin, 90’ların algısıyla aynı değil. Ancak gördüğüm; saflaştırmak meselenin anlaşılmasına da özeleştiri yapılmasına mani. Sadece bu kavramları popülerleştirip popülizmin fırsatçılığına yem ediyor. Eleştirdiğimiz muhafazakârlık ya da İslamcılık ya da dindarlaşma ya da diğerleri mi? Yoksa hepsini kuşatan popülizm mi?

Bir iki başlık not düşmek isterim..

AK Parti siyasi düşünce olarak İslamcılığın fikri takipçisi ya da zirvesi değildir. Kuruluşu itibarıyla İslamcı değildir. Manevi değerlere gösterdiği hassasiyet onu İslamcı yapmaz. Parti programında buna dair tek bir ibare yok. Tam tersi mukaddes değerlere saygılı ama yerini ortada ve hatta Batı’da konumlayan bir partidir. ‘İslamcılık’, dönemin medyasının tanımlaması olmuş, parti buna hep itiraz etmiş. Kurucuları da sonraki milletvekili seçimlerindeki tablo da bunu yansıtır. Solcu, Kemalist, liberal birçok insan bu çatı altında ortak siyaset yapabilmiştir. İlk yerel seçimlerde CHP’den gelmiş çok aday ile konuşmuş birisiyim. “Muhafazakârlık’’ lafı da bu sürecin neticesi olarak partinin kimliğine oturuvermiştir. 2004 bu tanımın kullanılmaya başladığı yıldır. Liberal ekiplerin bu süreçte fikri anlamda etkisi büyük olmuşsa da bu kavramı AK Parti’nin fikri zeminine yerleştirenlerin başında Yalçın Akdoğan ve Ömer Çelik gelir. Elbette çoğul bir yapıda bu meseleler şimdi hatırlayamadığım çok kişi tarafından dile getirilmiş, ortaya atılmış olabilir. Ama benim fikri takibim bu yöndedir. En İslamcı ve Osmanlıcı söylemler Ahmet Davutoğlu’nun partiyi fikren etkilemeye başladığı dönemlerde kurucu kadronun hilâfına dile gelmiştir.

#Pandemi
#AK Parti
#CHP
٪d سنوات قبل
​Sorun muhafazakârlık mı popülizm mi? ​
Bir bilinçte geçmişin izleri
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...