|
Gayb âlemi ile ilgili meselelerde tavrımız ne olmalı?

Bu başlık altında birkaç yazı ile pek çok Müslümanın kafasını karıştıran gayb haberleri, mehdi, Hz. İsa’nın (sa) nüzulü, deccal, fiten (fitne’nin çoğulu) ve melahim (savaşlar ve hercü-merc anlamındaki melhame’nin çoğulu) gibi konularla ilgili haberler hakkında asgari bilmemiz gerekenleri anlamaya çalışacağız. Yazacaklarımız uzun okumalar sonunda söyleyeceğimiz sözler olsa da vereceğimiz bilgiler yine muhtemelen en son ve tartışılmaz bilgiler olmayacaktır. Ama biz şimdilik böyle anladık, anlamaya devam ediyoruz, yanlışımızın düzeltilmesi bize verilecek en güzel hediye olur diyerek anladıklarımızı söyleyeceğiz.

Böyle konularda fikrimizin durulması şu iki sebepten dolayı önemlidir: Öncelikle bunlar gayb ile yani iman alanıyla alakalı konulardır, akılla ya da bilimle bilinemez. İman sağlam olmadıktan sonra da amel insanı kurtarmaz. Öyleyse bu konularda tam bir mümin gibi düşünüp doğru inanmalıyız. Bunlar hakkında ortayol/Ehlisünnet müslümanların kabulünün ne olduğunu bilmeliyiz. Aksi takdirde bu konuların bizzat kendileri bile insanları fitneye ve çatışmaya sürükleyebilir, müslümanlar başkalarına hakkı anlatmak için harcayacakları çabalarını kendi kendilerini yıpratmada kullanırlar, çatışırlar, dağılıp perişan olurlar, “güçleri ve rüzgârları/devletleri gider”, böylece başkaları onları diledikleri gibi yönetir, sömürür ve zelil/müstez’af kılar, bugün olduğu gibi. Ve hepsinden önemlisi, sağlam bir imana sahip olamadıkları takdirde öbür dünyaları da tehlikeye girer.

Şöyle başlayalım; varlık hakkında sağlam bilgimizin olması önemlidir ve bize göre varlık iki temel alandan oluşur; gayb ve şehadet alanları. Gayb; duyularımızla, dolayısıyla bilimle hatta aklımızla anlamayacağımız varlık alanıdır. Orayı ancak vahi ile, yani Kur’an-ı Kerim ve onun açıklaması olan sahih hadisi şeriflerle bilebiliriz. İbn Haldun, felsefenin metafizikle (yani alem-i gaybla) uğraşmasını anlamsız bir çaba olarak görür, çünkü bu alan akılla bilinemez der. Bu iki kaynağı yani Kur’an-ı Kerim’i ve Sünneti de ancak bir bütün olarak anladığımızda doğru anlamış oluruz. Yoksa hedefi kendi görüşünü desteklemek olan birisi Kur’an-ı Kerim’den ve Sünnetten cımbızlayarak kendine uygun parçalar bulabilir. Oysa ancak bütünü gördüğünüzde parçanın nerede olması gerektiğini doğru anlayabilirsiniz.

Âlem-i şehadet yani varlığın görünen alanı ise, ismi üzerinde, şahit olduğumuz yani duyularımızla algılayabildiğimiz alanıdır. Akıl, tecrübe, bilim hepsi bu alanda iş görür. Allah (cc) ‘âlimu’l-ğaybi ve’ş-şehadedir’, gaybı da şahidi de bilir. Gayb anlamadaki en büyük tehlike, insanın sübjektif davranarak orası ile ilgili bilgileri olmasını istediği şekilde anlayıp yorumlamasıdır. Buna da biz ideolojik İslam diyoruz.

Kur’an-ı Kerim daha ilk sayfasında takvalı yani kendini kötü akıbetten korumayı başarabilen müminlerin ilk özelliği olarak gayba inanmalarını zikreder. Elbette gayba inanma da körü körüne bir inanma değil, sağlam bilgiye dayalı bir inanma olmalıdır. Her alanın sağlam bilgi kaynağı farklıdır. Allah (cc) önce ‘emîn’ bir peygamber göndermiş, ön yargı ve yanlış bilgiler olmadıktan sonra hiç kimsenin şüphe edemeyeceği kitabını ona indirmiş ve gaybı bize bu yolla öğretmiştir. Gayba olan imanımız bu hakikate uygun olursa ancak sağlam olur. Kıyamet alametleri, Haşir, Neşir, Sırat, Mizan, Cennet, Cehennem, melek, cin, kaza ve kader, kabir azabı, mehdi, deccal gibi konular böyle konulardır ve bunlar akılla bilinemez.

Gayb iki türlüdür. Mutlak yani herkes için gayb olanı sadece Allah bilir. Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi böyledir. Nisbi/göreceli, kişiden kişiye değişen gayb. Mesela Allah’ın gaybtan peygamberlerine bildirdiği şeyler vardır. Biz de onlara bildirilenleri onların bize açıkladıkları kadarıyla bilebiliriz. Allah gaybını, seçtiği peygamberlerinden başka kimseye bildirmeyeceğini söyler. Bununla birlikte gaybın çoğu peygamberlere de bildirilmemiştir.

Allah’ın bazen herhangi bir kuluna ilham, keşif ya da rüya gibi bir yolla verdiği gayba ilişkin kırpıntı bilgiler ise mutlak gayb değil, peygambere bildirilenlerden bir nebzedir. Bunlar yine de sübjektif olduğu ve kesin bir bilgi veremeyeceği için kimseyi bağlamaz. Doğru ise, Allah’ın o kuluna bir ikramı ve O’nun kudretinin bir delili olabilir. Bu sebeple birisinin, ‘filan veli keşfinde ya da ilhamında görmüştür ki’, diye söylenen şeyler başkası için bir anlam ifade etmez. Çünkü doğru olduklarının delili yoktur.

İkinci sebeple devam edeceğiz.

#Hz. İsa
#Mehdi
#İbn Haldun
2 yıl önce
Gayb âlemi ile ilgili meselelerde tavrımız ne olmalı?
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü