Demiştik ki, Kuranıkerim dersimizde Zümer suresinin şirk ve ihlas konusunu vurgulayarak anlattığını fark ettik. Surenin inişi Mekke döneminin yarılarındadır ve müminlerin iman-şirk çizgisini artık netleştirmeleri önem kazanmıştır. Sure, bu meselenin ciddiyetine dikkat çekerek başlar:
Buradan; bize şefaat ederler ve bu sayede biz Allah’a daha çok yaklaşırız diye Allah’ın dışında kutsallık atfedilen ve onlara gösterilen saygının ibadet anlamı taşıyacak bir şekle büründüğü her şeyin ya da her şahsın, dinin halis Allah için olmasına engel olduğu anlaşılıyor. Çünkü bu durum ibadete ve dindarlığa başkalarını dolaylı da olsa ortak kılma anlamına gelir.
Ayette putlar yerine veliler denmiş olması düşündürücüdür. Elbette Allah’ın veli kulları vardır. Biz onlardan olmaya çalışırız ama onları bir aracı olarak görmeyiz. Onların kimler olduğunu da kesin olarak bilemeyiz. Ama Allah’ın velisi olmanın şartının iman ve takva olduğunu bize bizzat Allah söylüyor. O halde bu özellikleri taşıyıp istikamet üzere gördüklerimize hüsnü zan besleriz, severiz ve sayarız. Bu ayrı bir şey.
Burada ilginç bir noktaya işaret etmeliyiz. Ne zaman Allah’tan başkasını ibadetlerimize ortak koşmayalım, O’ndan başkasından istimdad etmeyelim dense ki, bunlar Fatiha ile her gün tekrarladığımız, Allah’a ahdimizin gereğidir, bazı dervişler böyle söyleyenleri tarikat ya da tasavvuf düşmanı ilan ederek tepki gösterirler, böylece tasavvufu sanki Allah’tan başkasından imdat dileme olarak kabul etmiş olurlar. Oysa onların bu tavırları bir nebze ilmi olan insanları tasavvuftan uzaklaştırır. Dikkat edilirse böyle tavırlar sebebiyle bizde, çok azı müstesna, tarikatlara bağlı olanlar şeriatı iyi bilen insanlar değillerdir. Buna karşılık mesela Moritanya’da, Mağrib’te ve Suriye’de ilmiye sınıfı tasavvufun içindedir.