|
Sevgilinin mezarı için bulunamayan o yaseminler/ Goethe, Chul Han, Han Derenoğlu

Covid 19 salgını ile birlikte taziyeler değişti. Teselli değişti, yas değişti, değişimin izini haberler üzerinden, tv dizileri üzerinden takip etmeye çalışıyorum. Ekranda gördüğüm mezarlık sahneleri vidyo olarak yayınlanınca tekrar tekrar seyrediyorum. En son Masumlar Apartmanı’nın 40. bölümündeki mezar sahnesini bir kaç defa izledim.

Mezar taşında Ela Özdemir kızı İnci Derenoğlu yazıyor. İnci “ayyaş ve sorumsuz bir baba”nın yaraladığı çocukluğunun gölgesi ile yer aldı dizide.

Evlendiği Han ise, kendisini asla benimsememiş bir eşin bıraktığı boşluğun ıstırabını evlatlarından çıkarmış bir kadının, Hasibe’nin oğlu. Titiz ve sevgisiz, kendi mutsuzluğunun yükünü evlatlarının kalbine ve bedenine yüklemiş bir annenin oğlu olarak hasar görmüş bir çocukluğun yanına genç yaşta dul kalmış bir adam görüntüsünü de ekleyerek devam ediyor hayata... Ölen karısı Perihan’ı ve ölen oğlu Ömer’i “ailesi”, ikinci evliliğinden doğan dört çocuğunu ise akrabası kabul eden babasına, Hikmet Bey’e karşı yine de müşfik bir oğul, Han. Babasına gösterdiği şefkat babasının hikâyesini devralmaktan kurtaramadı Han’ı, o da karısını ve henüz dünyaya doğmamış bebeğini kaybetti.

Türk dizilerinde kahramanların bugününe, geçmişleri, çocuklukları eşlik ediyor. Dün hiç bitmiyor. Herkes dünün enkazı altında kendisi olma yolculuğunda çaresiz. Senaristler trajediyi dünün yaraları üzerinden belirlemeyi çok sevmiş olmalılar ki, neredeyse her dizide kendi çocukluğu ile yan yana yürüyen ana karakterler yer alıyor.

Han, eşinin kabrinin başında saç baş dağılmış, akıl baştan yine göçmüş, eli karısının mezarın üstünde toprağa karışmış bir şekilde sabahlamış iken, İnci’nin dedesi, bir demet beyaz çiçekle geliyor torununun mezarına. Han şaşkınlık içinde “Kusura bakmayın ben...” diyerek toparlanmaya çalışıyor. Neyin kusuruna bakılacaktır?

“Pardon, gidiyorum ben şimdi ee, siz konuşun zaten ben başını şişirdim yeterince.”

Evliliklerine başından itibaren sıcak bakmamış dededen karısının mezarında sabahladığı için mi özür diliyor Han? Toplanmaya çalışıyor. Çöktüğü yerden doğrulmaya. “Kalkıyorum şimdi” dese de kalkamıyor bir türlü. Enkaz toparlanamıyor. Bu esnada İnci’nin dedesi gayet metin bir şekilde dimdik ayakta dikiliyor. Han nihayet ayağa kalktığında dedenin getirmiş olduğu bir demet beyaz çiçeği görüyor.

“Yasemin mi onlar?”

“...”

“Bütün gece bunları aradım ben. Nasıl ama biliyor musunuz; bütün çiçekçilere sordum, hepsine tek tek. Yoktu. Yok dediler. Mevsimi değilmiş, öyle dediler bana. Siz nasıl peki. Nerde? Çok aradınız mı bunları? Ben çok aradım çünkü şey yapamadım. Valla çok aradım.”

“Valla çok aradım” dedikten sonra karısının mezarına dönüyor ve ona anlatıyor bu defa özür dilercesine. “Çok yürüdüm, çok aradım, kilometrelerce. Niye bulamadım ki ben. Valla İnci çok aradım.”

(Kabirde yatanlar geride kalanlardan dua değil çiçek mi bekliyor ?)

Zorlukla ayağa dikilmişken bu defa mezarın ayakucuna tekrar çöküyor. “Her yere baktım yemin ediyorum her yere baktım ama yoktu.”

Han, mezarın ayakucunda yığılmış iken tekrar dedeye hitap ediyor “Siz nasıl yaptınız peki? Ben niye yapamadım. Siz nasıl...Ne, nerden? Nasıl becerdiniz? Ben... Ben niye beceremiyorum ki. Siz nasıl yaptınız, ben niye yapamadım” derken Han kendini gözyaşlarına teslim ediyor.

Ayakta öylece duran kederli dede Han’ın yanına diz çöküyor, Han aynı soruyu biteviye tekrarlıyor: “Siz nasıl yapabildiniz, bana söyleyin. N’olur? Siz onsuz..?”

Han, İnci’nin dedesinin omzunda hıçkıra hıçkıra ağlıyor.

Dede’nin omzu ve gözyaşına eşlik eden gözyaşı, teselli olarak mezar sahnesini kapatıyor.

Arayıp da bulunamayan o çiçekler Genç Werther’in Acıları’ndan mı mirastır?

Mezar sahnesini tekrar izliyorum. Bir iz sürercesine. Üçüncü izleyişimde kurduğum bağlantı nihayet netleşiyor. Çünkü ben bir kaç gün önce Chul Han’ın
Yeryüzüne Övgü
kitabını okudum. Onun bahçesine diktiği yaseminleri anlattığı satırlarda bir hayli eyleştim. Kış için “hayat düşmanı” diyen felsefecinin, kış mevsiminde inatla açan çiçekleri uzun uzun tasvir edişini... Berlin’in nemli soğuğunda bile açan kış yaseminini uzun uzun anlatışını okudum. Mesela şu satırlar:
“Kış yasemini ancak 1844 yılında Çin’den Avrupa’ya geçebilmişti. Goethe’nin
Genç Werther’in Acıları
1774 yılında yayınlandı. Yani romandaki delinin parlak sarı renkli kış çiçeğini bulması mümkün değildi. Ben kendisine memnuniyetle kış yasemininden çiçekli bir dal hediye edebilirdim; o da sevgilisini sevindirebilirdi.”

Goethe, sevgilisi için çiçek bulamayan çılgın adamı tasvir edişine dikkat kesilelim şimdi: “Zavallı! Nasıl kıskanıyorum senin bu bulanık aklını, içinde kuruyup gittiğin duygu karmaşasını! Umutla dışarı çıkıyorsun, kraliçene çiçek toplamaya- kış günü- ve üzülüyorsun bulamadım diye, ama anlamıyorsun neden bulamadığını.”

Han’ın “bulanık aklı” ile Goethe’nin kahramanının “bulanık aklı”? Kışın umutsuzca çiçek arayış. Bu kadar tesadüf fazla mıdır?

“Bir demet yasemen aşkımın tek hatırası”

Masumlar Apartmanı
’nın senaristleri, merhum karısının mezarı için kilometrelerce yasemin arayan Han için Goethe’nin “aklı bulanık” kahramanından ne kadar etkilenmişlerdir? Bilmiyoruz. Onların kendisi dahi bilmiyordur. Etkilenmek öyle bir şeydir. Dünyanın renkleri ve sesleri bir şekilde zihnimizde yer tutar ve çiçek dürbününün her sallanışta bambaşka desenler ortaya çıkarışı gibi, hafızanın kimyası hatıranın isyanı ile birleşerek dünü, günün hizmetine sunar.

Bu kadarı fazla niye ille de yasemen çiçekleri diye sormalı mıyız? Kim bilir zihinde hangi hatıra eşliğinde saklanmıştır o bir demet yasemen. Mesela bir şarkı: Bir demet yasemen/ Nihavent makamı, söz ve müzik Zeki Müren.

Bir demet yasemen/Aşkımın tek hatırası/Bitmiyor ayrılık/Dinmiyor gönlümün hicran hicran hicran yarası/Ağlasam inlesem/Silinmez bahtın karası/Ağlasam inlesem/Silinmez bahtın karası/Bitmiyor ayrılık/Dinmiyor gönlümün hicran hicran hicran yarası.

Diyeceksiniz ki, popüler bir tv dizisindeki bir sahne için bu kadar iz sürmek biraz fazla değil mi? Cevap nerede, neyi bulmaya çalıştığınıza göre değişir.

Duygular, popüler kültür aracılığı ile hepimizin zihnine bir kod olarak yükleniyor.

İnsanlar ölüleri ile vedalaşmayı artık dizilerden öğreniyor. Diziler yoluyla kadim kültürle pek de alakası olmayan yeni ritüeller giriyor devreye. Diziler yoluyla yas ile eğlence yer değiştiriyor.

Not: Bahsi geçen sahneyi kendi gözlerinizle görmek isterseniz...

#Genç Werther’in Acıları
#Goethe
#Masumlar Apartmanı
2 yıl önce
default-profile-img
Sevgilinin mezarı için bulunamayan o yaseminler/ Goethe, Chul Han, Han Derenoğlu
Afrika’da tarafınızı seçtiniz mi?
ABD Erdoğan’la uğraşmaktan vazgeçti mi?
Ortaylı Tarihi’nde bunlar yok!
Kara dinlilerle milletin savaşı
İnsaf!