|
Geçen vakit ömürden... Ah vakti geçirmeden idrak edebilsek...

I-

Hz. Mevlana’nın kitaplarına aşina mısınız? İnternet ortamında paylaşılan, bağlamından koparılmış ya da Hz. Mevlana’ya ait bile olmayan fragmanları kast etmiyorum elbet.

Bu soruya kendi adıma cevap vermeye kalksam ilk söyleyeceğim şu:



Mesnevi okumak, Fihi ma fih okumak kolay değil.

Ahali ne güzel hikayeler var diye arka arkaya okur, okuduğunu da o demiş bu demiş indirgeyiciliği içinde kavrar. Anlamı yere düşürmeden okumak zordur. Zorluğu nefsimizle karşılaşmada gösterdiğimiz basiretsizlikten kaynaklanıyor diye düşünüyorum.

Kitapta anlatılan hikayeyi başkasının başından geçen olarak kendimizden uzak tuttuğumuzda, arka arkaya sayfaları tüketiriz. Ama kendimizle karşılaşmayı başardığımızda, okuduğumuz sayfada kalır bir sonrakine geçemeyiz. Bir sonraki sayfaya geçmek bazen aylar bazen yıllar alır.

Biraz sonra paylaşacağım hikaye benim için öyle oldu mesela. Okuyup not almışım. Notun kenarında 1992 yazıyor.

Hikaye şu:

“Bir kafirin Müslüman bir kölesi vardı. Seher vakti efendisi kölesine “tası getir de hamama gidelim “ dedi. Köle efendisine “Ey efendi !Allah rızası için şu tası biraz tut da iki rekat namaz kılayım; ondan sonra hizmette bulanayım” dedi. Mescide girip namaz kılmaya başladı. Efendisi kuşluk vaktine kadar mescidin kapısında bekledi. “Nihayet ey gulam !dışarı çık” diye bağırdı. Gulam “bırakmıyorlar” dedi. Efendisi bırakmayanın kim olduğunu görmek için ,başını mescidin kapısından içeri uzattı; kimseden eser görmedi; nihayet “Seni bırakmayan kimdir; dışarı çık “ dedi. Gulam “Seni içeriye girmeye bırakmayan ve görmediğin kimsedir” diye cevap verdi.”(s.104)

Yukarıda okumuş olduğunuz metni 1992 yılında defterime not almışım. Elimde onlarca defter var. Defterlerimi aklım başımda iken yavaş yavaş imha etmek niyetindeyim. Geride kalanlara “Bu defterleri ne yapacağız?” sorusunun yükü kalsın istemiyorum.

İmha etmek için elime aldığım defterde karşıma ilk olarak yukarıda okuduğunuz Hz. Mevlana’dan alıntıladığım satırlar çıkınca, meraklarımızın ve ilgilerimizin geçmişimize bir tohum gibi saçılmış olduğunu fark ettim. Bir felsefe öğrencisi olarak hikayenin yanına “hakikat yoluna beni bırakmayan nedir?” diye yazmışım.

Daha sonra deftere tekrar dönmüş bu defa farklı bir kalem ile bizi hakikate teslim olmaktan alıkoyan nefsimizdir yazmışım.(Neden ben değil de bu defa biz demişim?)

II-

Pazar akşamı ilk teravih namazı için evden çıkmadan önce kendime ince ince tembih ettim. Kimseyi görme. Vakti idrak et, içine dön, namazını eda et gel. Kalbini, kulağını aç, gözünü kapat.

Olmadı. Camiye girer girmez bir kaç yıl önce temizliğine imrendiğim caminin merdivenlerindeki toz toprak, ayakkabı için verilmiş poşetlerin yerlere saçılmış hali, yaşlı- genç herkesin cep telefonunun ekranında kendini unutması karşısında duyduğum üzüntü, beni kıskıvrak yakaladı.

Bir müddet kusur arayan kusur bulur, hele kendi kusurunu gör telkini içinde yol aldım. Ama...

Ön saftaki iki genç kızın namaz boyunca selfi çekmeleri içimdeki beni dışarı çıkardı. İçim bana dar geldi. Sığamadım. İlk akşamın hatırına teravih namazını müteakip okunan kaside, candan can koparırken iki genç kızın hala selfi çektiklerini görmeye devam ettikçe, kasidenin kalbime akıtacağı ırmağı çamura döndürmüş oldum. Ben kendim bizzat.

O zaman Fîhi Mâ Fîh’den alıntıladığım satırların yanına yeni bir şerh düşmem gerektiğine karar verdim.

Vakti idrak edemeyişimin bahanesini başkalarını ziyadesiyle “görerek” gidermeye çalışıyordum.

Oysa toprağın altına girdiğimde başkasının günahlarını değil sadece kendi günahlarım ile karşılaşacağım, tövbe ve telkin için vakit çoktan geçmiş olacak...

#İnternet
#Teknoloji
5 yıl önce
Geçen vakit ömürden... Ah vakti geçirmeden idrak edebilsek...
‘1 gün savaşı’…
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...