|
Şiirli ve sihirli bahçe Tefrika roman 7

Babaannem dün bizde kaldı. Yıllar vardır ki “Evim ille de kendi evim, kendi yastığım-kendi yorganım” der başka bir şey demez. En önemlisi de yastık. Hakikaten her gittiği yere yastığını götürür. Annem “Yastığının yorganının aynısını burada senin için hazır tutalım sadece sen kullanırsın” dese de ikna etmeyi başaramamıştı bunca yıl. Ama Evren Hanımlı günler belli ki babaannemin yorgan takıntısını epey törpülemiş.

Babaannem iki gün önce ikindi sularında bize geldi. Gelmeden önce telefon etti. “Misafir kabul ediyor musunuz?” dedi. Ki genelde sormaz. “On beş dakikaya geliyorum Bilge beni karşılasın” der kapatır. Bilge yok diye cevap söz konusu olacak ise o vakit “Apartman görevlisi beklesin beni!” der. Bu defa öyle olmadı. Mesaj yazmadı. Telefon etti. Kanlı canlı. Mesajını görmedik diye bir mazereti engellemek ister gibi sanki.

“Misafir kabul ediyor musunuz?” sorusunu, yanında bir misafiri olacak diye yorduk annemle. Belki de Evren Hanım ile birlikte geliyorlardır. Öyle ya bu kadar vukuatlı günler geçiriyoruz her olayın altında bir Evren Hanım organizasyonu patlak veriyor en iyisi tanıştırmak diye düşünmüş olabilir Naciye Paşa.

Ama tanıştırma için yengemleri de davet etmemiz gerekmez mi? Babaannem bir yıldır “Gülderen’ in kocasının evine adımımı atmam” diyor. Bir kaç haftadır biraz yumuşamış gibi görünüyordu babaannem, ama bayram öncesi amcamın babaannemin bayram bayram Uludağ’a çıkmasına yaptığı muhalefet ile kırgınlık tazelenmiş oldu.

Annem, babaannemin ağzından laf almak için sanki o oğlumu ve torunumu göreceğim demiş gibi, “Cüneyt ile İlter bugün biraz geç gelecek, halı saha maçları varmış” dedi.

“Önemli değil” dedi babaannem. Nasıl önemli olmaz. Akşam saatinde bizde olacak ve İlter’i göremeyecek. Ki bu babaannemin tarihinde bir ilktir. İlter onun en sevgili torunu. Kimsenin alınıp gücenmesine aldırmadan “En sevdiğimin en sevdiği” diye hitap eder ağabeyime. “En sevdiğimin” sıfatının işaret ettiği kişi günün anlam ve önemine göre değişebilir. Bazen rahmetli dedem olabilir, bazen babam olabilir –ki bu genellikle amcamın olduğu” ortamda dile getirilir.

Amcam da “Senin zaten hayatta bir oğlun vardı o en sevdiğin oldu ben her daim Gülderen’in kocası” der, bazen kahırla bazen espiri ile. Günün enerjisine göre frekans değişir ama cümlenin içeriği hiç değişmez.

Bazen Gülderen yenge “En sevdiğinin en sevdiği belki de İlter değildir!” der pişmiş aşa soğuk su niyetine. Babaannem gurur duyduğu ataerkil zihniyeti ile “Biz oğullarımıza sevgi vereceğiz, kızlarımız bize saygı ve sevgi verecek” diye kestirip atar.

Babaannemin felsefesine göre oğullar sevgiye doymuş ve sorumluluk sahibi olarak büyürlerse sağlam aileler kurar. “Cüneyt mesela...”der. Der ve susar. Anlayan anlar o keskin susuş ile yarım bırakılmış cümlenin devamını.

Amcamı harcamasının sebebi amcamı dedemin annesinin yani Naciye Sultan’ın kayınvalidesinin, “sevgisiz ve oldukça şımarık bir şekilde yetiştirmesiymiş.” Babaannemin kayınvalidesi Şefika Sultan “Sen lojmanlarda iki çocuğa birden bakamazsın” diyerek amcama “el koymuş.” Babaannem bu hikayeyi hep bu kelime ile anlatır. “Çocuğuma el koydu, o çocuk da bir daha benim çocuğum olmadı.” Bu hikaye anlatılırken ortamda Türkan Hala da varsa derhal araya girer “Şekilde görüldüğü gibi Türkan’ın adı bile anılmaz” der sitem ile.

Babam ne kadar hırslarından arınmış ama her defasında paranın gelip onu bulduğu bir adam ise, amcam o kadar atak, müteşebbis ve her defasında paranın onu terk ettiği müflis oldu.

Ama Allah var iltifat cümlelerinde son derece erkek toruncu olan babaannem maddi konularda daima kız torunlarına öncelik verir. Felsefesi net, “Erkekler kendi hayatını idame ettirecek ataklığa sahip olmalı. Kız çocuklarını erkenden yormanın alemi yok. Kız çocuklarının hayatta istikbal derdi olmamalı.”

Babaannem tek başına gelse ne ikram edeceğinin derdine düşen annem misafire sadece bir Türk kahvesi ikram etmeyi planlıyor olmalı ki, lokum kabına baktı yeteri kadar lokum var mı diye. İçi fındıklı bal renkli akide şekerlerini doldurduğu minyatür şık kavanozunu hazır etti mutfak masasının üzerine. Minyatür bir tepsinin içinde minik bir su bardağı, Kütahya çinisi kahve fincanı ve minyatür lokum kabı olan kahve takımını çıkardı.

Salondaki mobilyaların hızla tozunu aldı. Babaannemin mobilya üzerinde işaret parmağını dolaştırması meşhurdur.

“İstersen yolda karşıla babaanneni misafir konusunda tedbir almak gerekiyor mu haber verirsin” dedi.

“Tamam bayan tedbir, ama babaannemi eve bırakınca hemen çıkmam lazım benden yardım bekleme! Gece geç döneceğim. Yarın projeyi teslim etmemiz lazım. ”

Fırtına gibi çıktım. Tam bizim sokağı bitirip babaannemin evine dönen köşeye gelmiştim ki babaannemi gördüm. Yanında hiç kimse yoktu. Acaba adresi vermişti de konuğu doğrudan bize mi gelecekti?

Adımlarımı hızlandırdım aniden karşısına çıkmış gibi olmamak için “sinyal” verdim. Öyle diyor babaannem “İnsanın ödünü kopartıyorsunuz yaklaştığınıza dair bir sinyal verin.” Yahu biz araba mıyız diyebilen yok tabii.

“Sinyal” imi verdim. “Babaanneee”, el salladım.

“Kırtasiye uğrayacağım babaannem, sakıncası var mı?”

“Yok ben de boya kalemi bakarım.”

Gelen misafirin çocuğu var demek ki diye düşündüm.

Annemi aradım “Annee, babaannemle kırtasiyeye gidiyoruz, babaannem de kendine boya kalemi alacakmış- özellikle vurguluyorum kendine diye- senin kırtasiyeden istediğin bir şey var mı?” Ben öyle değince babaannem de “üstüme iyilik sağlık. Bu yaşta boya kalemini ne yapayım! Kendineymiş...” diye bana tepkisini gösterecek. Annem şaşkınlığın bütün tonlarını kuşanmış bir şekilde “iyi öyleyse” diyerek telefonu kapattı. Babaannem de tepkinin t’si yok. Kırtasiyeye girip itina ile boya kalemi seçti. Kırtasiyeden aldığımız boya kalemleri servet değerinde idi ama Naciye Sultan hiç dertlenmedi. “Bunlar da Müberra için” diyerek, annem için de çeşit çeşit, tanesi 12 TL olan boya kalemlerinden aldı. Kasadaki kız “Tekstilci misiniz?” diye sordu.

“Hayır sanatçıyız” dedi babaannem.

Sanatçı? Kim?

“Sanatçı derken kimi kast ettin?” diye sordum yolda. “Bizi!” dedi. Onu anladım da...Neyimizle sanatçı olduğumuzu anlayamadım. Ayrıca BİZ dediği kim. Ailemiz mi? “Altın kızlar” mı? Yoksa Babaannem artı Evren Hanım mı?

İçeri girer girmez babaannem lacivert kadife torbasından terliklerini çıkarıp ayağına geçirdi. Terlik? Misafirli ortamlarda burunları ve topukları bej rengi olan yumurta topuk rugan ayakkabılarını giymeyi tercih eder Naciye Paşa. “Hadi bir çay koy Bilge!”

“Çayın yanına bir şey ister misiniz?”

“Peynirli kanepe varsa olur?”

Annem saklama kabının içinde her daim peynirli kanepe bulundurur. Bayat ekmek dilimlerini kare kare dilimleyip fırında kızartır üzerlerine içinde envaı çeşit baharatın konulup yoğrulduğu peyniri sürer.

“Sadece peynirli kanepe mi?” diye endişe ile sordu annem.

Tabii bizim aklımızda henüz gelmemiş ama her an gelebileceğini düşündüğümüz misafir var.

“Yeter” dedi babaannem “ yanında salatalık ve domates de olabilir tabii.”

Annem ile birbirimize baktık kaldık. Naciye Sultan misafire çayın yanında domates ve salatalık çıkaracak?

“Hadi otur Müberra sana anlatacağım çok şey var” dedi babaannem anneme. “Reçel kaynattığın gün anlatamadıydım.”

“Hadi otur” derken bir taraftan salondaki masanın örtüsünü kaldırıyor, bir taraftan da altına bir şey mi yaysak mı acaba?” diye soruyor.

“Örtü?”

“Örtünün üzerinde boyama kaliteli olmuyor?”

“...”

“ Bak bu kitabı sana aldım. Bu da boyama kalemlerin. Birlikte boyarız. Çok zevkli.”

“Misafir kaçta gelecek?”

“Ne misafiri? Biz ikimiz boyayacağız şöyle karşılıklı.”

Annem sanıyorum sırf bir şey demek için “Bilge gel kızım babaannenin boyama kitabına birlikte bakalım” dedi. Hemşire Hanım psikolojik takviye peşinde.

“Babaannem ve boyama kitabı mı?”

Babaannem kitabının kapağını itina ile kapattı. Önce ön taraftaki ibareyi tane tane en diksiyonlu sesiyle okudu: “Şiirli/sihirli Bahçe. Her yaş için bulmaca. Boyama ve desen tamamlama kitabı.”

Sonra arka kapak yazısını okudu: “Her yaştan sanatçı, bahçıvan ve şair ruhlar için...”

“Dünyada milyarlarca insan işte bu şiirli bahçede kalemleri ile dolaştı” dedi. Kitabın tanıtım işleri bitince sayfalarını sanki bir sergiyi gezdiriyormuşçasına itina ile çevirdi.

“Uludağ’da akşamları kampta çocuklarla lüks ışığında, sabahları açık havada boyadık.”

“Çocuklar?”

Babaannem arkadaşlarından bahsedeceği zaman “kızlar” der genellikle.

Erenköy Kız Lisesi’ndeki arkadaşları “kızlar” dır. Doğu görevi sırasında lojman komşuları da “kızlar” dır.

Diğerlerinin adının sonuna bir hanım ibaresi muhakkak kondurulur. Uludağ’daki “çocuklar” ın kimliğine dair bir şey söylemedi.

O gece geç vakte kadar annem ile babaannem sayfaları boyamışlar.

Hem sayfaları boyayıp hem de sohbet etmişler. Ben eve geldiğimde halâ masa başında iki büklüm boyamaya devam ediyorlardı. Salonun kapısından selam verip “Müsaadeniz olursa yatacağım babaanne, yarın sabah beşte kalkıp havaalanına gideceğim” dedim. Babaannem izin kelimesini sevmez. Ona göre sadece çalışanlar “izin alabilir”, “izinli olabilir”.

“Allah rahatlık versin” dedi.

Çok şaşırdım. İnce ince sormadı. “Nereye gidiyorsun, neden gidiyorsun, neden beşte gidiyorsun, gidince ne olacak, dönünce ne olacak” tarzı birbirini kovalayan sorularını arenaya salmadı babaannem.

Allah Allah...

Babaannemin o gece bizde kalması benim bütün planlarımı hızlandırmaya yaradı. Mesela annemi kaydettirdiğim kurs için ikna etmem hiç zor olmadı. “Uçağınız indi mi” diye beni aradığı sıra telefonu kapatırken “başucuma bıraktığın broşürleri inceledim. Biraz uzak ama Marmaray ile çok kolay. Yıllardır gitmediğim istasyonları görürüm bu vesile ile ...”dedi . Bu kursa gidiyorum demekti.

Bütün gece çocuklar gibi boyama yaptığınız sıra neler konuştunuz babaannemle diye sormadığıma pişman oldum. Keşke sorsaydım... Hayatımızın ne yönde değişeceğine dair bir fikrim olurdu. Her aşamada ŞOK ŞOK diye ana haber bülteni spikeri gibi kendimi bağırırken yakalamazdım en azından.

#Babanne
#Sanat
#Sanatçı
#Misafir
5 yıl önce
Şiirli ve sihirli bahçe Tefrika roman 7
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?