|
Telefon tellerinden aile bağları

Tefrika roman 5

Her gittiği yerden türlü paylaşımlar yapan babaannem ve “altın kızlar” Uludağ’dan tek kare paylaşmadılar. Sosyal medyaları “hareketsiz” kaldı.

Tuhaf bir şekilde onları o mecralardan kontrol etmeye o kadar alışmışız ki bir birimizden habersiz, hepimiz durmadan babaanneme “bir vesile ile” mesaj yazmışız.

Babaannem telefon açtı “İyi misiniz? Niye arka arkaya durmadan yazıyorsunuz? Her birinize cevap yazacağım diye işaret parmağım tutuldu.”

Bayramın son günü sağ salim geldiler. Huzurlu, dinç, sevimli bir babaanne ile karşılaşmak çok güzeldi. Fakat bu güzellik hasarını da beraber getirdi.

Biz şimdi annem için kurs bakmaya gidiyoruz.

Şaşırdınız mı? Niye, sizin ailenin böyle dertleri yok galiba. Annem için kurs bakmamız şart, yoksa aile birliği bozulup dağılacak.

Annem 25 yıldan sonra emekli oldu. Annem çok erken başlamış çalışmaya. Sağlık meslek lisesini bitirir bitirmez. Genç aslında.60 yaşında. Yani babaanneme bakınca. Babaannem 76 yaşında. Ama o kendini iki gelininden daha dinç ve daha genç buluyor o ayrı. Bazen ona hak veriyorum. Babaannemin kuşağı onun tabiri ile hayatı bir yaz gününde buzlu su gibi içme zevkine sahip insanlar.

Annem yıllarca evini özledi. Yıllarca emekli olunca şöyle uzun uzun evinde oturmanın hayalini kurdu. Ama şimdi onu evinden uzaklaştıracak kurs arıyoruz. Annemin canı filan sıkılmadı. O çiçekleri ve kitapları ile çok mutlu. Evet annem çok kitap okur. Mesleki alışkanlık. Türkiye’de kitabın en çok nöbet saatlerinde okunduğunu bilmiyor muydunuz? Bazı geceler hastane ortamı hareketsiz olur. Annem o zaman bir kitabı bitirir neredeyse. Nöbette en çok bilim kurgu okur. Bilim kurgu okuması onda teknolojiye karşı bir nevi perhizkar bir tutum oluşturmuş. Muş diyorum çünkü emekli oluncaya kadar yani emekli olup da babaannemle teknoloji kullanımı konusunda karşı karşıya gelinceye kadar durumun vahametinden pek haberdar değildik.

Babaannem illa bana feys açın diye tutturdu. Aldın akıllıyı artık kurtaramazsın kendini. Çocuklar hiç olmazsa kendileri hallediyorlar. Yaşlıların akıllı kullanımları aileyi perişan ediyor. Açtık bir feys . Çok hızlı öğrendi. Zehir gibi maşallah.

Amcamın karısı ile babaannemin feysinin ilk on beş gününde, hayatımız, aşıklar atışmasının sahnesi gibi oldu. “Sen bana niye kahve yapmıyorsun.” Sanal kahveden bahsediyor. “Pişirdiğim yemeğin altına niye eline sağlık yazmıyorsun?!” Resmini paylaştığı yemeğin altına yorum yazmasını kastediyor.

Yengemin cevapları babaannemi kendi nasihatleri, ilkeleri üzerinden vurmaya odaklıdır her daim.

“Onu sen mi pişirdin? Hani ev yemekleri satan dükkâna takılıyordun?”

“Olsun. Koymuşum tabağıma yiyeceğim. İnsan bir afiyet olsun yazar.”

“E sen bize biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar derdin. Senin böyle paylaşımlarını görmezlikten geliyorum ben de...”

Yengem gamsızdır. Babaannem ne dese takılmaz. Bir sözüne verilecek bin cevabı hazırdır. Zaten kendi annesi, babaannemden “bin beter” olduğu için feysbuk kullanımında, yengem babaannemi ön idman olarak kabul ediyor.

Annem emekli olunca yengem biraz rahata erdi çünkü annem emekli olunca babaannem anneme sardırdı. “El içine çıkarken yanımda olsan” diye tutturdu. Açtı ortaya Naciye defterlerini. “Sen yeni gelin olduğunda da kendini benim yanıma yakıştırıp da gezmediydin.”

Yengem ta o zamanlardan bunalmış zaten , “Gelin olup yanıma yakışsan” mevzularından. Misafir gelecek “Gel Gülderen gelinliğini görelim.”

Taziyeye gidilecek “Bana eşlik et, yanıma düş Gülderen.”

Öğretmen Gülderen yenge. Ama okul yarım gün olduğu için kendisini kurtaracak bir kör nokta yok hayatında. Ya kendi annesine eşlik etmek durumunda garibim, ya babaanneme.

Geçen gün “Ben gençliğimde sana çok eşlik ettim kaynanacığım” dedi. Kendisi kayınvalide olduğundan beri babaanneme kaynanacığım diye hitap ediyor. Kendi gelini “Gülderen anne” diyormuş hatta bazen de “Güldüren anne”. Yengem hiç hoşlanmıyor gelininin hitap şeklinden: “Gelin Hanım, anne diyeceksen de, ne demek Gülderen anne. Tek başına anne hitabı diline yapışıyorsa, Gülderen Hanım münasiptir.”

Ne diyordum, “Bak benim kehribar gözlü kayınvalideciğim” demiş Gülderen yenge -öyle, çok dilbazdır Gülderen yenge- “Ben gençliğimde çok eşlik ettim, Suadiyelerden Bakırköylere az taşınmadık. Ben vazifemi gerçek hayatta yaptım sanalda da elticiğim yapsın.”

Kadın haklı haklı olmasına ama annemin akıllı telefonu bile yok “sanal gelinlik performansı” için. Bir tane Nokyası var. Ağabeyim dedi ki geçen gün “Anne, Nokya’nın senden haberi olsa kesinlikle sana yeni telefonlarını hediye diye gönderirler.”

Babam önce ikisine de Motorola almıştı. Şöyle tuğla gibi bir şey. Annem şu an kullandığı telefonu görmüş vitrinde, kasasının pembesi hoşuna gitmiş, almış. Annem cep telefonu ile konuşmayı çok fazla tercih etmiyor. Söylemiş miydim, annem ameliyathane hemşiresi. Cep telefonu ile ulaşmak mümkün değildir. Ama ev telefonundan arayanlar ulaşır anneme. İşte olmadığı zaman evdedir. İlk zamanlar doktorlar bir hayli kızdı anneme. Annem hiç istifini bozmadı: “Cep telefonunun olmadığı zamanlar nasıl yaşıyorduk. O halde...”

Babaannem “Annenin doğum gününe bir akıllı telefon alsanız” dedi bana geçen ay. Her şey bu cümle ile başladı zaten. “Yok babaanne, annem hoşlanmıyor” filan dediysek de “kahrından öyle söylüyordur şimdiye kadar neden almadınız” diye tutturdu. “Kullanamam akıllı telefonu” diyor dedik “Aaa, o zaman annenizi bir Alzheimer testine götürün” dedi. “Yok öyle değil zamanını ona vermek istemediğinden” dedik. “ Emekli oldu artık bütün gün yün bere örecek hali yok ya” dedi.

Annem çalışırken yün bereler, atkılar örerdi. Her tabii afet kolisinde annemin elemeği yün bereleri ve atkıları muhakkak vardır.

Babaannemden kurtuluş yok. Babaannem Gülderen yengeye sardırdıkça o da anneme pas ediyor.

Kadıncağızın ağız tadı ile yaşanacak bir emekliliği olamadı velhasıl. Annem dedikodudan hiç hoşlanmaz. Meraksızın önde gidenidir. Ona göre bildiğimiz her türlü bilginin mesuliyetini yerine getirmemiz lazım. Yoksa zihnimize yük. Babaannem dedikodunun -o dedikodu demiyor sohbet diyor ya- insan ruhuna nasıl iyi geldiğine dair bir haber dinlemiş. Hemen annemi aramış. Cepten. Annem evdeyken cebini hiç kullanmaz. Hep sessizdedir. Babaannem babamı aramış. Sonra ağabeyimi aramış “Müberra’ya uluşamıyorum” diye. Herkes panik. Beni de aramış, ulaşamamış, çünkü bizim aşırı modern okulumuzun bodrum katında cep telefonu çekmiyor. Herkes panik. O panik ile eve gelmişler. Ev telefonunu aramak hiçbirisinin aklına gelmiyor. Annem garibim reçel kaynatıyor. Yok emeklilik eğlencesi değil annem çalışırken de iki ayda bir muhakkak reçel kaynatırdı. Hem de ne reçeller. Bir defasında ceviz reçeli bile yapmıştı. Muhteşem bir şey. Ama bir daha yapmadı çok meşakkatli. İlkinde niye mi yapmış? Annemin öyle merakları vardır. Vişne reçeli kaynatıyormuş herkesin panik yaşadığı sıra. Vişneyi çekirdeğinden ayırırken alnına filan sıçramış olmalı. Ağabeyim ile babam bir hışım kapıya gelip annemin alnını kanlar içinde görünce... Kan değil vişne tabi. Ağabeyim bayılmış. Ayıldığında anneme bas bas bağırıyor: “Dağdaki çoban kullanıyor, köylü Hatçe kadın kullanıyor bir sen öğrenemedin şu cep telefonunu kullanmayı.”

Annem “Ev telefonunu niye aramıyorsunuz?” diye gayet rasyonel bir soru soruyor. Annem öyledir insanı ifrit eden rasyonel soruları vardır. Sinirleri alınmış sorgulayıcı polis memuru havasında adeta.

Baba-oğul ikisi aynı anda “ Ev telefonu diye bir şey mi kaldı!” diye bağırıyor. Annem ev telefonunun ahizesini kaldırıp sinyal sesini kulaklarına tutuyor.

Annem için üzülüyorum. Neden mi?

Devamı haftaya Cuma’ya

#Roman
#Tefrika
5 yıl önce
Telefon tellerinden aile bağları
Yerli muhafazakârlığın resmileşmesi
Gelecek gelecek eğer sen kendine gelebilirsen…
Ne vıdı vıdı yapıyorsun müdür
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek