|
Otuz yıl ve bugün

Ak Parti’nin seçim beyannamesinde tevazu ve samimiyet gibi tanıdık kelimeler var. Ana fikir de yabancı değil. Gönül İşi, Mustafa Kutlu’nun ikinci hikâye kitabının adıdır. (1974) Biz birincisi oluyoruz: Ortadaki Adam. (1970)



İlk belediyeler alındığında aktif olarak sahadaydım. Heyecan, sevinç, coşku gibi kelimeler yetersiz kalıyor. İstanbul’u yeniden fethetme duygusu diyebiliriz ancak. İnanmak bir ihtiyaçtır. Şimdi bu inancın ve ihtiyacın neresindeyiz? Akıp giden suya değil de köprüye bakmak lazım. Ne durumda?

Şivekâr’ın Yolculuğu bizim için yazılmış sanki. (İsmet Özel, Bir Yusuf Masalı, Aralık 1999) Şair, “Eskiler aramaz, iz sürerdi” diyor. Devamı: “Noksanı fark ederlerdi, çünkü bütünden / Nelerin koptuğu besbelli.” (Sayfa 79) Bütünden kopanlar arasında, samimiyet ve tevazu kelimeleri de var. Gayret atına binenlerin yanından son model otomobiller süratle geçip gitti. Çakar lambalar eşliğinde.

Genç kardeşlerimle sohbet ederken, sadece şiire konuk olmuyoruz. Konuştuklarımızın bir kısmı: Kitaplara karşı ayağınızı uzatıp oturmayınız. Sol iç cebinize cüzdan koymayınız. Para, kalbe yakın olmasın. O cebinizde kâğıt ve kalem bulunsun, belki ilham gelir. Cüzdan için arka cepler iyidir. Vakit mübarektir, saati sağ kolunuza takınız. Para ele verilmez, masaya yahut tezgâha bırakılır. İnsanlar ve imkânlar karşısında eğilmeyiniz. Hırs sahibi olanlar, kazansa bile kaybetmiş sayılır. Hırsız, hırstan gelir. Ve bunlar gibi.

İnceliklerin çekildiği yeri kabalık ve sığlık istila eder. Sizce artık hangisi baskın geliyor?

Kendimizi kaybederek kazanmak, belki de yenilgilerin en fecisidir.

***

Kitaplardan öğrendiklerimiz ile hayatın bize öğrettikleri çoğunlukla birbirini tutmaz.

İstanbul’da ilk belediye 1989 seçimlerinde kazanılmıştı. (Sultanbeyli) Tam otuz yıl olmuş. O seçimlerde ev çalışması için gönüllü olmuştum. Şehrin bir yakasından diğerine gittik. Bir akşam vakti Sultanbeyli’nin çamurlu sokaklarına adım attık. İmge olarak iki kelime kalmış zihnimde: Gecekondu ve çamur. Her yer karanlık. Sabah olunca anladım. Sanki yayla gibi bir yere gelmişiz. Geniş ve düz boşluklar. Çayır, çimen ve çiğdem.

O kulübeler büyüyüp bina oldular. Sokak ve caddeler aydınlatıldı. Nüfus hızla arttı. Çamur, yerini asfalt, beton ve parke taşına bıraktı. Çiğdem ise belediyenin amblemine dönüştü.

Son yazımızda “zararın neresindeyiz” diye sormuştuk. Şurasında: İstanbul’da toprak kalmadıktan ve dikey mimari alıp başını gittikten sonra yatay şehirleşme düşüncesi dile getiriliyor. Bir hayli gecikmek ile hiç gelmemek arasındaki fark nedir?

Belediyeciliğin ve hükümet etmenin iki ayağı vardır. Biri maddiyat, diğeri maneviyat olur. Yeni atılım ve yatırımlar, ihtiyaçtan kaynaklanan projeler, alt yapı hizmetleri birinci ayağı oluşturur. İkinci ve asıl önemlisi manevî olandır. Bu kısım geride kalmış görünüyor. Yürüyüşü aksatan bir durumdur bu. Sayın Erdoğan’ın son aylardaki vurgulu konuşmaları, işte bu eksikliğe işaret ediyor: Mütevazı ve vefalı olmak, kibirden uzak durmak, imkânları emanet bilmek, şımarmamak, davaya sadakat… Bütün bunlar gönülde cereyan eden şeylerdir.

Çeyrek asırlık süreci bir bütün olarak görenlerdenim. Doğrudur, değildir, tartışılabilir.

Günler gelip geçti. Eskiye dönmenin yahut gideni geri getirmenin yolu yok. Peki, yeniden o yüksek ve derin anlama kavuşmak mümkün müdür? Üstümüzde bu kadar ağırlık ve yük varken üstelik. Soru neredeyse, cevap da oradadır.

Eskilerden bir söz daha: Diken battığı yerden çıkar.

#​Ak Parti
#Mustafa Kutlu
#Ortadaki Adam
#Şivekâr’ın Yolculuğu
5 yıl önce
Otuz yıl ve bugün
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’