|
Bazı yerlerin söyledikleri

Özbekistan’ın o uzak ucunda kuruyunca çöle dönüşen o gölün tam kenarında oturan o balıkçı gibiyim aslında. Evim gölün kenarından çölün ortasına taşındı ve göl kuruyunca balıklar işten çıkardı beni. Arada bir artık viraneye dönüşen teknemin etrafında dolaşıyor ve başıma geleni anlamaya çalışıyorum. Bazen de evimin yanındaki kulübede artık iyiden iyiye küflenmiş ve örümceklere yurt olmuş ağlara bakıyorum.

Ölmüşüm aslında da beni defnetmeyi unutmuşlar gibi. Unutmak da değil belki. Herkes ölünce kimseyi gömmek için zahmet etmemiş kimse gibi.

Kanada’nın o sık ormanlarında hayatında ilk kez insan görmüş bir geyik gibiyim aslında. Gördüğüm ilk insan bana yine hayatımda ilk kez gördüğüm bir şey doğrulttu ve o şeyin ucundan püsküren ateş nedense kalbimin biraz altına bir yara açtı. O gün bugün yaramla yaşıyor ve korkuyorum insanlardan. Sadece geyiklerin değil tüm insanların da yarasıyla yaşadığını ve diğerlerinden korktuğunu anlamam uzun sürmedi.

Yaramı sevmeye bile başladım zamanla. Onunla konuşmaya. Ve bir insan gördüğümde ardıma bile bakmadan kaçmak oldu itiyadım.

Elhamra’nın düştüğü o ilk gün okunmayan o ilk ezan gibiyim aslında. Gök bile şaşırdı bu işe. Kendisine çarpmasını hasretle beklediği o ses birdenbire duyulmadı çünkü. Sesler arasından bir ses değildi üstelik o. Bir kez duydun mu, bir kez hakkını vererek kulak kabarttın mı sonsuza dek duymak isterdin onu. O sessizlik gibiyim işte. Kimseye ulaşmasın sesim ve çarpmasın kimsenin sesi bana istiyorum.

Sonsuza kadar sürecek bir sessizlikte sonsuza kadar yaşamanın hayalini kurmaktan başka yapacak ne kaldı ki hem.

Yazanı artık kimse tarafından bilinmeyen, yine de yaşamaya devam eden bir beyit olarak yaşayabilmenin hayalini kurarken yakalıyorum kendimi. Sadece bir kez parlayayım ve sadece bir kez işine yarayayım istiyorum birinin. Kandilleri geçmiş bir dergahın içinde saatlerdir mırıl mırıl sohbet eden iki dervişten biri “Muhammet’ten oldu muhabbet hasıl / Muhammet’siz muhabbetten ne hasıl” desin mesela. Bin bir türlü belayı başından bir türlü defedemeyen birine bir kocalar kocası fısıldasın istiyorum beni: “Bela tufanına sabreyleyen manend-i Nuh ahir / Çıkar derya-yı gamdan bir kenare rüzigar ile” Yahut aşkıyla yanıp tutuşan aşık son çare olarak başvursun bana: “Genc isen gözden nihan olmak münasiptir sana / Sevdiğim gel bizde pinhan ol ki biz viraneyiz”

Böyle şeyler düşünmek için çok yaşlandığımı biliyorum. Böyle hayaller kurmak için çok genç olduğumu biliyorum. Dünyanın gam yeri, benim bir gamzede olduğumu biliyorum. Ve biliyorum, insan uykudadır ve ölünce uyanır.

Yine de ya uzak bir Anadolu kentinin sıcak bir sabahında yapacak daha iyi bir şey bulamıyorum. Düşünmek ve hayal kurmakla ilgili her şey. Hatırlamak ve acı çekmekle ilgili.

Şunu hatırlıyorum mesela. Aynı şarkı aynı gecede bininci kez çalıyordu ve biz şarkının dışında bir şey düşünemez hale gelmiştik. Sonra kederimizle uyuduk.

Şunu da: Annem ölmüştü ve bana hayatın devam ettiğini ispat etmek için yemek yedirmişlerdi.

Şunu da: O ağacın altında gölgelenirken bir karaltı geçmişti uzaktan. Korkmuştum ama bir babanın kızının yanında korkmasının yakışık almayacağını düşünmüştüm.

Hatırlayarak yaşlanıyorum. Yaslandığım ağaçlar gibi yaşlanıyorum.

Öyleyse hiç olmazsa Elhamra’da ezan okusun biriniz. O avcıya yalvarsın o geyiği vurmaması için. O balıkçıya bir göl bulsun.

“Biriniz yağmuru dansa kaldırsın” derdim Mevlana abi olsaydım. Oysa şimdi, onun gençliğinde sokaklarını arşınladığı şehrin bir köşesinde dehşetli üşüyorum. Yağmur yağmıyor. Bu kesik dansa karşı ne yapacağımı öğretmiyor kimse.

Kaçırılmış tüm fırsatları kaçırdığıma sevinerek hatırlıyor, yaşlanıyor ve başıma geleni anlamaya çalışıyorum.

Tabii ki anlayamıyorum.

#​Özbekistan
#Anadolu
#Elhamra
2 yıl önce
Bazı yerlerin söyledikleri
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset